Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Adana’da geçen mart ayında, lise öğrencisi oğlu 17 yaşındaki O.S.K.’nın okuldan atılmasından sorumlu tuttuğu İngilizce öğretmeni 43 yaşındaki Tarık Şimşek’e okul önünde saldırarak sağ kolunu kırdığı iddiasıyla tutuklanan 47 yaşındaki Şakir K. hakkında 18 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

tarık şimşekMerkez Yüreğir İlçesi’ne bağlı Akıncılar Mahallesi’ndeki Sunar Nuri Çomu Lisesi’nde okuyan O.S.K., iddiaya göre, üst üste sınıf tekrarı yapıp, 13 dersten 11’i zayıf olduğu için okulla ilişiği kesildi. O.S.K.’nın babası Şakir K., oğlunun okuldan atılmasından sorumlu tuttuğu İngilizce öğretmeni Tarık Şimşek’e hakaret edip, tekme ve yumrukla saldırdı. Şimşek de üzerinde taşıdığı biber gazını sıkarak ve yumruklarla karşılık verdi. Okul önündeki kavgayı fark eden lisenin özel güvenlik görevlisi Aydın Parmaksız da öğretmenin yardımına koştu. Olay yerine gelen polis, çevredekilerin de yardımıyla kavgayı ayırırken, baba ve oğlu gözaltına alındı. Hastaneye kaldırılan öğretmenin ise sağ kolunun kırıldığı belirlendi.

Polis merkezinde sorgulanan Şakir K. "Ben markette oturuyordum. İçeri girdi bana saldırdı, ben de kendimi korumak istedim" diye savunma yaptı. İfadelerinin ardından adliyeye sevk edilen Şakir K. tutuklandı, oğlu O.S.K. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Uzun süre olayın şokundan kurtulamadığını söyleyen Tarık Şimşek, "Hayatım tehlikede, bundan sonrası benim ölümüm olabilir" dedi.

Soruşturmasını tamamlayan Cumhuriyet savcısı, olayla ilgili iddianame hazırladı. Adana 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde kabul edilen iddianamede, veli Şakir K. için 18 yıl, öğretmen Tarık Şimşek’in 5 yıl, özel güvenlik görevlisi Aydın Parmaksız’ın da 3 yıla kadar hapsi istendi.

Bu olaydan 15 gün önce de öğrenci, veli ve öğretmen kavga etti. Bu nedenle veli ve öğretmen hakkında 1’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nde, öğrenci için de 1’inci Çocuk Mahkemesi’nde davalar açıldı. Bu davalarda ise öğrenci için 1, veli için 1.5, öğretmen için de 1 yıla kadar hapis cezası istendi. Davaların görülmesine önümüzdeki günlerde başlanacak.

(hürriyet)

> Öğretmenin kolunu kıran veliye 18 yıl istendi

Adana’da geçen mart ayında, lise öğrencisi oğlu 17 yaşındaki O.S.K.’nın okuldan atılmasından sorumlu tuttuğu İngilizce öğretmeni 43 yaşındaki Tarık Şimşek’e okul önünde saldırarak sağ kolunu kırdığı iddiasıyla tutuklanan 47 yaşındaki Şakir K. hakkında 18 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

tarık şimşekMerkez Yüreğir İlçesi’ne bağlı Akıncılar Mahallesi’ndeki Sunar Nuri Çomu Lisesi’nde okuyan O.S.K., iddiaya göre, üst üste sınıf tekrarı yapıp, 13 dersten 11’i zayıf olduğu için okulla ilişiği kesildi. O.S.K.’nın babası Şakir K., oğlunun okuldan atılmasından sorumlu tuttuğu İngilizce öğretmeni Tarık Şimşek’e hakaret edip, tekme ve yumrukla saldırdı. Şimşek de üzerinde taşıdığı biber gazını sıkarak ve yumruklarla karşılık verdi. Okul önündeki kavgayı fark eden lisenin özel güvenlik görevlisi Aydın Parmaksız da öğretmenin yardımına koştu. Olay yerine gelen polis, çevredekilerin de yardımıyla kavgayı ayırırken, baba ve oğlu gözaltına alındı. Hastaneye kaldırılan öğretmenin ise sağ kolunun kırıldığı belirlendi.

Polis merkezinde sorgulanan Şakir K. "Ben markette oturuyordum. İçeri girdi bana saldırdı, ben de kendimi korumak istedim" diye savunma yaptı. İfadelerinin ardından adliyeye sevk edilen Şakir K. tutuklandı, oğlu O.S.K. tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Uzun süre olayın şokundan kurtulamadığını söyleyen Tarık Şimşek, "Hayatım tehlikede, bundan sonrası benim ölümüm olabilir" dedi.

Soruşturmasını tamamlayan Cumhuriyet savcısı, olayla ilgili iddianame hazırladı. Adana 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde kabul edilen iddianamede, veli Şakir K. için 18 yıl, öğretmen Tarık Şimşek’in 5 yıl, özel güvenlik görevlisi Aydın Parmaksız’ın da 3 yıla kadar hapsi istendi.

Bu olaydan 15 gün önce de öğrenci, veli ve öğretmen kavga etti. Bu nedenle veli ve öğretmen hakkında 1’inci Sulh Ceza Mahkemesi’nde, öğrenci için de 1’inci Çocuk Mahkemesi’nde davalar açıldı. Bu davalarda ise öğrenci için 1, veli için 1.5, öğretmen için de 1 yıla kadar hapis cezası istendi. Davaların görülmesine önümüzdeki günlerde başlanacak.

(hürriyet)

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 11:23

Gösterim: 2706

Sabancı Vakfı, “Fark Yaratanlar” programıyla toplumsal gelişmeye katkıda bulunan “sıra dışı kişilerin olağanüstü öykülerini” anlatmaya devam ediyor. Programın yeni Fark Yaratan’ı, üniversite sınavına hazırlanan gençlere gönüllü olarak destek olan Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi oldu.

60 öğrenci üniversiteli oldu

Üniversiteye hazırlık sürecinin zorluğunu bilen ve başka öğrencilere bu konuda yardım eli uzatmayı hedefleyen Boğaziçi Üniversitesi mezunu 5 genç, 2002 yılında Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nin kurdu.

Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi ilk şubesini, eğitim ve gelir seviyesinin düşük olduğu Ümraniye’de açtı. Kooperatifte, üniversiteye hazırlanan ya da derslerinde desteğe ihtiyacı olan öğrenciler, gönüllü öğretmenlerden ve üniversite öğrencilerinden ders alıyor.

2002 yılında tek şube ile yola çıkan kooperatif bugün, Tuzla, Sultanbeyli, Ataşehir ve Yenibosna’da 4 şube ile öğrencilere destek oluyor. Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nde bugüne kadar ÖSS hazırlık, açık öğretim ve İngilizce alanlarında toplam 1000’i aşkın öğrenciye yaklaşık 200 eğitimci ders verdi. ÖSS'ye hazırlananlardan 60 öğrenci üniversiteli oldu.

Kooperatif hesabını öğrenciler tutuyor

Öğrencilerin yanı sıra öğretmenlerin de ücret karşılığında ortak olduğu kooperatif, dayanışma esasına göre faaliyetini sürdürüyor. Kooperatifin kira, elektrik, su, vergi, çay ve şeker masraflarının yanı sıra eğitim, test kağıdı ve diğer materyallerin masraflarını öğrenci ve öğretmenler birlikte karşılıyor. Öğrencilerden; ÖSS hazırlık için aylık 15 TL, açık öğretim ve İngilizce için 7.5 TL, okuma-yazma dersi için 5 TL alınıyor. Ders veren eğitmenler de ayda ortalama 15 TL ile kooperatife ortak oluyor. Öğrenciler, kooperatifin hesaplarını da tutarak kooperatifin yaşamasına destek oluyor.

Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi aynı zamanda eğitim sistemindeki sorunlarla ilgili araştırmalar yaparak bu sorunları gündeme taşıyor. Eğitim üzerine yayınlar yapan, paneller ve forumlar düzenleyen Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nin ayrıca, “Uyanış” ve “Tardu” adlı iki tiyatro grubu ve “Yenibosna” adını verdikleri bir de müzik grubu bulunuyor. Kooperatif, eğitim faaliyetleri ve etkinliklerini “Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi Bülteni” adlı yayın ile duyuruyor.

Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nin fark yaratan hikayesi, www.farkyaratanlar.org ve www.sabancivakfi.org internet sitesinin yanı sıra Facebook, Twitter ve Youtube’dan izlenebiliyor. Programda, 2009 yılından bu yana Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi de dahil 77 ‘Fark Yaratan’ın öyküsü yayınlandı.

(hürriyeteğitim)

> Üniversiteye hazırlıkta İMECE sistemi

Sabancı Vakfı, “Fark Yaratanlar” programıyla toplumsal gelişmeye katkıda bulunan “sıra dışı kişilerin olağanüstü öykülerini” anlatmaya devam ediyor. Programın yeni Fark Yaratan’ı, üniversite sınavına hazırlanan gençlere gönüllü olarak destek olan Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi oldu.

60 öğrenci üniversiteli oldu

Üniversiteye hazırlık sürecinin zorluğunu bilen ve başka öğrencilere bu konuda yardım eli uzatmayı hedefleyen Boğaziçi Üniversitesi mezunu 5 genç, 2002 yılında Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nin kurdu.

Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi ilk şubesini, eğitim ve gelir seviyesinin düşük olduğu Ümraniye’de açtı. Kooperatifte, üniversiteye hazırlanan ya da derslerinde desteğe ihtiyacı olan öğrenciler, gönüllü öğretmenlerden ve üniversite öğrencilerinden ders alıyor.

2002 yılında tek şube ile yola çıkan kooperatif bugün, Tuzla, Sultanbeyli, Ataşehir ve Yenibosna’da 4 şube ile öğrencilere destek oluyor. Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nde bugüne kadar ÖSS hazırlık, açık öğretim ve İngilizce alanlarında toplam 1000’i aşkın öğrenciye yaklaşık 200 eğitimci ders verdi. ÖSS'ye hazırlananlardan 60 öğrenci üniversiteli oldu.

Kooperatif hesabını öğrenciler tutuyor

Öğrencilerin yanı sıra öğretmenlerin de ücret karşılığında ortak olduğu kooperatif, dayanışma esasına göre faaliyetini sürdürüyor. Kooperatifin kira, elektrik, su, vergi, çay ve şeker masraflarının yanı sıra eğitim, test kağıdı ve diğer materyallerin masraflarını öğrenci ve öğretmenler birlikte karşılıyor. Öğrencilerden; ÖSS hazırlık için aylık 15 TL, açık öğretim ve İngilizce için 7.5 TL, okuma-yazma dersi için 5 TL alınıyor. Ders veren eğitmenler de ayda ortalama 15 TL ile kooperatife ortak oluyor. Öğrenciler, kooperatifin hesaplarını da tutarak kooperatifin yaşamasına destek oluyor.

Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi aynı zamanda eğitim sistemindeki sorunlarla ilgili araştırmalar yaparak bu sorunları gündeme taşıyor. Eğitim üzerine yayınlar yapan, paneller ve forumlar düzenleyen Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nin ayrıca, “Uyanış” ve “Tardu” adlı iki tiyatro grubu ve “Yenibosna” adını verdikleri bir de müzik grubu bulunuyor. Kooperatif, eğitim faaliyetleri ve etkinliklerini “Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi Bülteni” adlı yayın ile duyuruyor.

Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi’nin fark yaratan hikayesi, www.farkyaratanlar.org ve www.sabancivakfi.org internet sitesinin yanı sıra Facebook, Twitter ve Youtube’dan izlenebiliyor. Programda, 2009 yılından bu yana Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi de dahil 77 ‘Fark Yaratan’ın öyküsü yayınlandı.

(hürriyeteğitim)

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 09:56

Gösterim: 2027

Sabah Gazetesi Yazarı Yaşar Özay’ın bugünkü yazısı.

63 milletten öğrenciyi KKTC'de buluşturan Yakın Doğu Üniversitesi, uluslararası araştırmalarla öne çıkıyor. Amaç, Kuzey Kıbrıs'ı eğitim adası haline getirmek

1988'de Kuzey Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşa'da kurulan Yakın Doğu Üniversitesi, bugün 63 milletten 20 bin öğrencinin eğitim gördüğü uluslararası bir okul konumunda. Çağdaş bir kampus alanında yer alan üniversite bünyesinde 16 fakülte ve 4 yüksekokul var. Yakın Doğu Üniversitesi kampusunda bulunan üniversiteye akademik bir özellik kazandıran İleri Araştırmalar Merkezi'nde ise uluslararası bilimsel araştırmalar yürütülüyor. Bu yıl 25'inci yılını kutlayan Yakın Doğu Üniversitesi'nin tek amacı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) bir eğitim adası haline getirmek. Bu konuda adada eğitim vermek isteyen tüm eğitim kurumlarına kucak açıyor. Çünkü adadan mezun olan öğrenciler, KKTC'nin fahri temsilcisi gibi gittikleri ülkelerde çalışıyorlar.

SÜPER BİLGİSAYAR

Yakın Doğu Üniversitesi'nde öğrencilerin yarısı burslu eğitim görüyor. ÖSYM bursları dediğimiz, tam ve yarı eğitim burslarının dışında, sporcu bursu, 3'üncü ülke vatandaşı bursu, KKTC vatandaşı bursu gibi olanaklar da var. Bunun yanında yurt, yemek ve öğrenim masraflarını birleştiren "ekonomik paket" programları da sunuluyor. Yakın Doğu Üniversitesi'nin uluslararası standartlardaki çalışmaları KKTC'nin de adını dünya bilim çevresinde duyurmasını sağlıyor. Bunlardan en önemlisi de hesaplama hızı ve kapasitesiyle kurulduğu yıl, dünya üniversiteleri arasında 13'üncü sırada yer alan Yakın Doğu Üniversitesi "Süper Bilgisayarı". Yakın coğrafyadaki en güçlü 2'nci bilgisayar olma özelliğini taşıyan bilgisayar bugüne kadar dünya çapındaki araştırmalara önemli katkılar sağladı. Hatta "Süper Bilgisayar" sayesinde KKTC, yüzyılın deneyi olarak bilinen ve CERN tarafından yürütülen Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider-LHC) deneyine katkı sağlayan 30 ülkeden biri oldu.

RUMLAR TÜRK HEKİMLERE KOŞUYOR

Yakın Doğu Hastanesi, Akdeniz'in son teknolojiyle donatılmış tek hastanesi. Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, KKTC'den Rumların, bu hastanedeki olanaklar nedeniyle akın akın tedaviye geldiklerini söylüyor. Günsel, "Kendilerini Türk doktorlara emanet eden Rumlara by pass ameliyatı yapıyoruz" diyor.

NETWORK ZENGİNİ OLUYOR

Kuzey Kıbrıs'ın akademik kadro, fakülte ve öğrenci bazında en büyüğü Yakın Doğu Üniversitesi. Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, "63 ülkeden 20 bin öğrenciye 76 bölümde eğitim veriyoruz. Her zaman için en büyük sermayeniz kişisel networkümüzdür" diyor.

> Amaç: Kuzey Kıbrısı eğitim adası yapmak

Sabah Gazetesi Yazarı Yaşar Özay’ın bugünkü yazısı.

63 milletten öğrenciyi KKTC'de buluşturan Yakın Doğu Üniversitesi, uluslararası araştırmalarla öne çıkıyor. Amaç, Kuzey Kıbrıs'ı eğitim adası haline getirmek

1988'de Kuzey Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşa'da kurulan Yakın Doğu Üniversitesi, bugün 63 milletten 20 bin öğrencinin eğitim gördüğü uluslararası bir okul konumunda. Çağdaş bir kampus alanında yer alan üniversite bünyesinde 16 fakülte ve 4 yüksekokul var. Yakın Doğu Üniversitesi kampusunda bulunan üniversiteye akademik bir özellik kazandıran İleri Araştırmalar Merkezi'nde ise uluslararası bilimsel araştırmalar yürütülüyor. Bu yıl 25'inci yılını kutlayan Yakın Doğu Üniversitesi'nin tek amacı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) bir eğitim adası haline getirmek. Bu konuda adada eğitim vermek isteyen tüm eğitim kurumlarına kucak açıyor. Çünkü adadan mezun olan öğrenciler, KKTC'nin fahri temsilcisi gibi gittikleri ülkelerde çalışıyorlar.

SÜPER BİLGİSAYAR

Yakın Doğu Üniversitesi'nde öğrencilerin yarısı burslu eğitim görüyor. ÖSYM bursları dediğimiz, tam ve yarı eğitim burslarının dışında, sporcu bursu, 3'üncü ülke vatandaşı bursu, KKTC vatandaşı bursu gibi olanaklar da var. Bunun yanında yurt, yemek ve öğrenim masraflarını birleştiren "ekonomik paket" programları da sunuluyor. Yakın Doğu Üniversitesi'nin uluslararası standartlardaki çalışmaları KKTC'nin de adını dünya bilim çevresinde duyurmasını sağlıyor. Bunlardan en önemlisi de hesaplama hızı ve kapasitesiyle kurulduğu yıl, dünya üniversiteleri arasında 13'üncü sırada yer alan Yakın Doğu Üniversitesi "Süper Bilgisayarı". Yakın coğrafyadaki en güçlü 2'nci bilgisayar olma özelliğini taşıyan bilgisayar bugüne kadar dünya çapındaki araştırmalara önemli katkılar sağladı. Hatta "Süper Bilgisayar" sayesinde KKTC, yüzyılın deneyi olarak bilinen ve CERN tarafından yürütülen Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider-LHC) deneyine katkı sağlayan 30 ülkeden biri oldu.

RUMLAR TÜRK HEKİMLERE KOŞUYOR

Yakın Doğu Hastanesi, Akdeniz'in son teknolojiyle donatılmış tek hastanesi. Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, KKTC'den Rumların, bu hastanedeki olanaklar nedeniyle akın akın tedaviye geldiklerini söylüyor. Günsel, "Kendilerini Türk doktorlara emanet eden Rumlara by pass ameliyatı yapıyoruz" diyor.

NETWORK ZENGİNİ OLUYOR

Kuzey Kıbrıs'ın akademik kadro, fakülte ve öğrenci bazında en büyüğü Yakın Doğu Üniversitesi. Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. İrfan Günsel, "63 ülkeden 20 bin öğrenciye 76 bölümde eğitim veriyoruz. Her zaman için en büyük sermayeniz kişisel networkümüzdür" diyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 09:14

Gösterim: 1992

Sabah Gazetesi Yazarı Emre Aköz’ün bugünkü yazısı.

Tahmin ettiğim gibi oldu: Türkçenin, Kemalist zihniyet tarafından tıraşlanmasına değinen dünkü yazıma çok sayıda mesaj geldi.

Okurlarımızın en çok takıldıkları noktalardan biri Arap alfabesi ile Japon alfabesini karşılaştırmam oldu. Konuyu biraz açayım...

1900'lü yılların başına kadar Doğu'nun "tabiatı gereği" geri olduğu ve hep geri kalacağı söylenirdi bir kısım Batılı düşünür ve onlara hayran Doğulu aydınlar tarafından...

Ancak 1905'te Japonlar, Ruslara çok ağır bir yenilgi tattırınca, bu bakış açısı ciddi biçimde sarsıldı.

Doğunun da gelişebileceği kabul edildi. Daha da önemlisi, bu işi, kendi değerlerini, inançlarını yitirmeden yapabileceği görüldü. Böylece Japonya imrenilen bir ülke, örnek alınan bir model oluşturdu.

Japonlar inançlarından da, insan ilişkilerinden de, gayet zor öğrenilen alfabelerinden de taviz vermemişlerdi. Sadece üretim biçimlerini, iş yapma tarzlarını değiştirdiler (ki elbette bu da çok büyük bir dönüşümdü.)

Elbette geri gidilmeyecek

Gelelim bize... 1928'de Arap alfabesini bırakıp Latin alfabesine geçtik. Peki bunun gerekçesi neydi?

İlkokuldan başlayarak, bizlere şunlar söylendi: 1) Arap alfabesini öğrenmek zordur... 2) Arap alfabesi gelişmemize engeldir... 3) Arap alfabesi Türkçeye uygun değildir.

Arkadaşlar! Bu saatten sonra elbette alfabemizi değiştirmemizi önermeyeceğim. Milyonlarca insanımız Latin alfabesiyle okuma yazmayı öğrendi, tıkır tıkır kullanıyor. Bugün birileri, "Hadi Arap alfabesine dönelim" dese, önce ben karşı çıkarım.

Japonya örneği önemli

Ancak şunu bilelim: Yukarıda sayılan üç gerekçe de kocaman birer palavradır. Teker teker anlatayım:

1) Boğaziçi'nde okurken bir ara merak sarıp seçmeli olarak Osmanlıca dersi almıştım. Birkaç saat dersten sonra Orhan Veli'nin İstanbul'u Dinliyorum adlı şiirini kitaptan okuyabiliyordum. (Kısaltmalardan dolayı el yazısını okumanın zor olduğu söylenir ama matbu Osmanlıca hiç de zor değil.)

Osmanlı çocukları yüzlerce yıl boyunca bu alfabeyi öğrenerek yetişti ve koca bir imparatorluğu yönetti... Cumhuriyet çocukları niye öğrenemesin?

2) Alfabe denilen yazı kodu ekonomik gelişmeye engel olsaydı, herhalde Japonlar dünyanın en geri ülkelerinden biri olurdu. Çünkü Japon alfabesi, Japonlar için dahi zor bir araç.

3) "Arap alfabesi Türkçeye uygun değil" diyenlere sormak gerek: Latin alfabesi sanki çok mu uygun? Adı üstünde, "Latin" alfabesi; onu da "sonradan" aldı Türkler.

Günümüzde kimi ülkelerde Türkçe, Kiril alfabesiyle yazılıyor; ona ne buyrulur? Eğer dildeki bazı sesleri ifade etmek zor oluyorsa, alfabede reform yaparsın olur biter.

Kürtçedeki ‘X’

Not: "28 Şubat", "Ergenekon", "darbeciler" hakkında yazmama alışmış olan bazı okurlar, bu tip konulara (mesela alfabe) değinmemi yadırgıyor.

Evet çok sıcak bir konu değil. Ancak, dil meselesi hep gündemimizde... Örneğin Kürtler, Kürtçedeki genizden söylenen "hı-he" sesini ifade etmek için kullandıkları "X" harfinin alfabeye alınmasını istiyor.

Düşünün: Batıdan alfabe ithal etmiş bir devletimiz var... Ancak Latin alfabesindeki "X" harfini almayı reddediyor. Ulus devlet ne acayip bir organizasyon, değil mi? Bir yaptığı bir yaptığını tutmuyor.

> Eski alfabe gelişmemize engel miydi?

Sabah Gazetesi Yazarı Emre Aköz’ün bugünkü yazısı.

Tahmin ettiğim gibi oldu: Türkçenin, Kemalist zihniyet tarafından tıraşlanmasına değinen dünkü yazıma çok sayıda mesaj geldi.

Okurlarımızın en çok takıldıkları noktalardan biri Arap alfabesi ile Japon alfabesini karşılaştırmam oldu. Konuyu biraz açayım...

1900'lü yılların başına kadar Doğu'nun "tabiatı gereği" geri olduğu ve hep geri kalacağı söylenirdi bir kısım Batılı düşünür ve onlara hayran Doğulu aydınlar tarafından...

Ancak 1905'te Japonlar, Ruslara çok ağır bir yenilgi tattırınca, bu bakış açısı ciddi biçimde sarsıldı.

Doğunun da gelişebileceği kabul edildi. Daha da önemlisi, bu işi, kendi değerlerini, inançlarını yitirmeden yapabileceği görüldü. Böylece Japonya imrenilen bir ülke, örnek alınan bir model oluşturdu.

Japonlar inançlarından da, insan ilişkilerinden de, gayet zor öğrenilen alfabelerinden de taviz vermemişlerdi. Sadece üretim biçimlerini, iş yapma tarzlarını değiştirdiler (ki elbette bu da çok büyük bir dönüşümdü.)

Elbette geri gidilmeyecek

Gelelim bize... 1928'de Arap alfabesini bırakıp Latin alfabesine geçtik. Peki bunun gerekçesi neydi?

İlkokuldan başlayarak, bizlere şunlar söylendi: 1) Arap alfabesini öğrenmek zordur... 2) Arap alfabesi gelişmemize engeldir... 3) Arap alfabesi Türkçeye uygun değildir.

Arkadaşlar! Bu saatten sonra elbette alfabemizi değiştirmemizi önermeyeceğim. Milyonlarca insanımız Latin alfabesiyle okuma yazmayı öğrendi, tıkır tıkır kullanıyor. Bugün birileri, "Hadi Arap alfabesine dönelim" dese, önce ben karşı çıkarım.

Japonya örneği önemli

Ancak şunu bilelim: Yukarıda sayılan üç gerekçe de kocaman birer palavradır. Teker teker anlatayım:

1) Boğaziçi'nde okurken bir ara merak sarıp seçmeli olarak Osmanlıca dersi almıştım. Birkaç saat dersten sonra Orhan Veli'nin İstanbul'u Dinliyorum adlı şiirini kitaptan okuyabiliyordum. (Kısaltmalardan dolayı el yazısını okumanın zor olduğu söylenir ama matbu Osmanlıca hiç de zor değil.)

Osmanlı çocukları yüzlerce yıl boyunca bu alfabeyi öğrenerek yetişti ve koca bir imparatorluğu yönetti... Cumhuriyet çocukları niye öğrenemesin?

2) Alfabe denilen yazı kodu ekonomik gelişmeye engel olsaydı, herhalde Japonlar dünyanın en geri ülkelerinden biri olurdu. Çünkü Japon alfabesi, Japonlar için dahi zor bir araç.

3) "Arap alfabesi Türkçeye uygun değil" diyenlere sormak gerek: Latin alfabesi sanki çok mu uygun? Adı üstünde, "Latin" alfabesi; onu da "sonradan" aldı Türkler.

Günümüzde kimi ülkelerde Türkçe, Kiril alfabesiyle yazılıyor; ona ne buyrulur? Eğer dildeki bazı sesleri ifade etmek zor oluyorsa, alfabede reform yaparsın olur biter.

Kürtçedeki ‘X’

Not: "28 Şubat", "Ergenekon", "darbeciler" hakkında yazmama alışmış olan bazı okurlar, bu tip konulara (mesela alfabe) değinmemi yadırgıyor.

Evet çok sıcak bir konu değil. Ancak, dil meselesi hep gündemimizde... Örneğin Kürtler, Kürtçedeki genizden söylenen "hı-he" sesini ifade etmek için kullandıkları "X" harfinin alfabeye alınmasını istiyor.

Düşünün: Batıdan alfabe ithal etmiş bir devletimiz var... Ancak Latin alfabesindeki "X" harfini almayı reddediyor. Ulus devlet ne acayip bir organizasyon, değil mi? Bir yaptığı bir yaptığını tutmuyor.

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 09:18

Gösterim: 2049

Hürriyet Gazetesi Yazarı Sedat Ergin’in bugünkü yazısı.

Hafta başından itibaren Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonuçlarını iki bölümde değerlendiriyoruz.

YGS sonuçlarını ilk olarak önceki gün, Türkiye’deki eğitim sisteminin ortalama kalitesinin ne kadar dibe vurduğunu göstermesi açısından irdeledik. Dünkü yazımızda ise bu sonuçlardan hareket ederek, eğitimde okul türleri arasında ve bölgesel olarak ortaya çıkmış olan vahim derecedeki eşitsizliklere odaklandık.

Bugün, sorunun bir parçası olarak doğrudan YGS’nin kendisini ele alacağız. Ancak bu değerlendirme için önemli bir uzmanın görüşlerinden yararlanacağız. Bu otorite, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ziya Selçuk’tan başkası değil. Prof. Selçuk’un 2003-2006 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın en kritik görevlerinden biri olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yaptığını ve bu görevden kendi isteğiyle ayrıldığını da hatırlatalım.

BU ÇOCUKLARA BAŞARISIZ DEMEK ACIMASIZLIKTIR

Prof. Selçuk’un mevcut üniversiteye öğrenci yerleştirme sistemine ve uygulanan YGS’lere ciddi itirazları var. YGS’ye dönük birinci itirazı, sınavın bilgiden çok sürati ölçmeye dönük bir şekilde kurgulanmış olması. Prof. Selçuk, bu konuda şöyle diyor:

“Bu sınav, matematik, Türkçe, sosyal ve fen konularını öğrenmiş olan öğrencileri değil, 1 dakikada soru çözebilenleri seçiyor.

2-3-4 dakikada çözebilenler de sınavda sorulan konuları öğrenmiş olabilirler. Sadece 1 dakikada çözemediği için ya da yetiştiremediği için düşük puan alanlara ‘başarısız’ damgası vurmak gerçek manada bir acımasızlıktır. Oysa kazanamadı denilen on binlerce öğrenci yurtdışında başarı hikâyelerine

imza atabiliyor.”

Prof. Selçuk’un YGS’ye dönük bir diğer eleştirisi, Türkiye’deki 24 ayrı lise türünün de aynı sınav sistemi içinde rekabet etmek durumuna sokulmasıdır. Bu durum özellikle meslek liselerinden gelen adaylar açısından büyük bir eşitsizliğe yol açıyor Prof. Selçuk’a göre: “YGS matematik alt testine giren öğrenciler arasında haftalık

2 saat matematik alan da var 8 saat matematik alan da, ama adaylara sınavda aynı sorular yöneltiliyor. Meslek lisesi öğrencileri hiç görmedikleri konulardan sorularla karşılaşıyorlar.”

Buradaki adaletsizlik, yalnızca

alınan derslerin sürelerinin farklılığından kaynaklanmıyor. Yararlandıkları eğitim imkânları açısından büyük eşitsizliklerin içinden gelen çocukların aynı sınava sokulması, YGS’nin adil olmayan bir diğer yönünü gösteriyor. Prof. Selçuk, “Özel imkânlar hariç, hiç öğretmeni olmayan öğrencilerle, tüm öğretmenleri seçilerek atanmış olan öğrenciler aynı sınava giriyor” dedikten sonra soruyor:

“Soğuk sınıflardaki, öğretmen esirgediğimiz çocuklara başarısız demek ne kadar adil?”

BAŞARILI OLAN OKUL VE DERSHANELER DEĞİL

Prof. Selçuk, mevcut sınav sisteminin eğitimin kalitesine ve insan yetiştirmeye bir katkısı olmadığına inanıyor. Prof. Selçuk’a göre, bu sınav “Aksine öğrencileri yıllarca sınava hazırlık cenderesine sokup şahsiyet oluşumu ile ilgi ve yeteneklerinin açığa çıkmasını engelleyen bir kimliksizleştirme işlevine sahip.”

Başarılı okullar sıralamasını ise “başka bir komedi” olarak nitelendiriyor Prof. Selçuk; okul ve dershane sistemine de ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu çerçevede okulların öğrenciler üzerindeki başarısının istisnalarla sınırlı olduğu görüşünde. Prof. Selçuk’un “Hiçbir okulun başarılı olduğu filan yok. Sadece belirli okullara toplanmış daha zeki çocuklar var. Dereceye giren çocuklar okula gitmese de başarılı olurlar” şeklindeki sözleri oldukça kuvvetli bir çıkışı yansıtıyor.

Prof. Selçuk, “Hele dershaneler öğrencilerin başarısını hiç üzerlerine almasınlar. Çünkü bu çocukları en fazla istismar ve afişe eden kurumlar dershaneler. Bazı öğrencilerdeki Allah vergisi zekânın ortaya koyduğu başarıyı hak etmediği halde ne çok sahiplenen var” diye ekliyor.

SINAV SİSTEMİ OLDUĞU GİBİ KALDIRILMALI

Prof. Selçuk’un altını çizdiği çok çarpıcı bir olgu var. Bu, Türkiye’deki dershane bütçesinin yükseköğretime harcanan paranın iki katına ulaşmış olmasıdır. “O zaman bir paradigma değişikliği yapmak elzemdir” diyor Prof. Selçuk. Vurguladığı başka düşündürücü nokta, bugün dünyada Türkiye ve Çin’den başka merkezi üniversite giriş sınavı yapan bir ülkenin kalmadığı gerçeğidir.

Prof. Selçuk, değerlendirmesinin sonunda “Okullarımıza, öğretmenlerimize, öğrencilerimize başarısız demekten vazgeçelim” diye sesleniyor ve şu öneriyi ortaya atıyor:

“Bu sınavlar çocukluğu,

yeteneği, umudu öldürüyor.

Araçlar amaç haline gelmiş durumda. Eğitim sistemi sınavların şantajına boyun eğiyor. Bu sınavları kaldırmak için gereken tek şey irade. Bu ülkede bir lider ‘Benim önceliğim evlatlarımızın kamil insan olarak yetişmesidir. Üç yıl içinde okullar arasındaki eşitsizliği kaldırmak ana görevimiz’ diyebildiği anda her şey tabii mecrasına akacaktır.”

(Sedat Ergin-hürriyet)

> Başarısız olan çocuklar değil sistem

Hürriyet Gazetesi Yazarı Sedat Ergin’in bugünkü yazısı.

Hafta başından itibaren Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonuçlarını iki bölümde değerlendiriyoruz.

YGS sonuçlarını ilk olarak önceki gün, Türkiye’deki eğitim sisteminin ortalama kalitesinin ne kadar dibe vurduğunu göstermesi açısından irdeledik. Dünkü yazımızda ise bu sonuçlardan hareket ederek, eğitimde okul türleri arasında ve bölgesel olarak ortaya çıkmış olan vahim derecedeki eşitsizliklere odaklandık.

Bugün, sorunun bir parçası olarak doğrudan YGS’nin kendisini ele alacağız. Ancak bu değerlendirme için önemli bir uzmanın görüşlerinden yararlanacağız. Bu otorite, Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ziya Selçuk’tan başkası değil. Prof. Selçuk’un 2003-2006 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın en kritik görevlerinden biri olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yaptığını ve bu görevden kendi isteğiyle ayrıldığını da hatırlatalım.

BU ÇOCUKLARA BAŞARISIZ DEMEK ACIMASIZLIKTIR

Prof. Selçuk’un mevcut üniversiteye öğrenci yerleştirme sistemine ve uygulanan YGS’lere ciddi itirazları var. YGS’ye dönük birinci itirazı, sınavın bilgiden çok sürati ölçmeye dönük bir şekilde kurgulanmış olması. Prof. Selçuk, bu konuda şöyle diyor:

“Bu sınav, matematik, Türkçe, sosyal ve fen konularını öğrenmiş olan öğrencileri değil, 1 dakikada soru çözebilenleri seçiyor.

2-3-4 dakikada çözebilenler de sınavda sorulan konuları öğrenmiş olabilirler. Sadece 1 dakikada çözemediği için ya da yetiştiremediği için düşük puan alanlara ‘başarısız’ damgası vurmak gerçek manada bir acımasızlıktır. Oysa kazanamadı denilen on binlerce öğrenci yurtdışında başarı hikâyelerine

imza atabiliyor.”

Prof. Selçuk’un YGS’ye dönük bir diğer eleştirisi, Türkiye’deki 24 ayrı lise türünün de aynı sınav sistemi içinde rekabet etmek durumuna sokulmasıdır. Bu durum özellikle meslek liselerinden gelen adaylar açısından büyük bir eşitsizliğe yol açıyor Prof. Selçuk’a göre: “YGS matematik alt testine giren öğrenciler arasında haftalık

2 saat matematik alan da var 8 saat matematik alan da, ama adaylara sınavda aynı sorular yöneltiliyor. Meslek lisesi öğrencileri hiç görmedikleri konulardan sorularla karşılaşıyorlar.”

Buradaki adaletsizlik, yalnızca

alınan derslerin sürelerinin farklılığından kaynaklanmıyor. Yararlandıkları eğitim imkânları açısından büyük eşitsizliklerin içinden gelen çocukların aynı sınava sokulması, YGS’nin adil olmayan bir diğer yönünü gösteriyor. Prof. Selçuk, “Özel imkânlar hariç, hiç öğretmeni olmayan öğrencilerle, tüm öğretmenleri seçilerek atanmış olan öğrenciler aynı sınava giriyor” dedikten sonra soruyor:

“Soğuk sınıflardaki, öğretmen esirgediğimiz çocuklara başarısız demek ne kadar adil?”

BAŞARILI OLAN OKUL VE DERSHANELER DEĞİL

Prof. Selçuk, mevcut sınav sisteminin eğitimin kalitesine ve insan yetiştirmeye bir katkısı olmadığına inanıyor. Prof. Selçuk’a göre, bu sınav “Aksine öğrencileri yıllarca sınava hazırlık cenderesine sokup şahsiyet oluşumu ile ilgi ve yeteneklerinin açığa çıkmasını engelleyen bir kimliksizleştirme işlevine sahip.”

Başarılı okullar sıralamasını ise “başka bir komedi” olarak nitelendiriyor Prof. Selçuk; okul ve dershane sistemine de ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu çerçevede okulların öğrenciler üzerindeki başarısının istisnalarla sınırlı olduğu görüşünde. Prof. Selçuk’un “Hiçbir okulun başarılı olduğu filan yok. Sadece belirli okullara toplanmış daha zeki çocuklar var. Dereceye giren çocuklar okula gitmese de başarılı olurlar” şeklindeki sözleri oldukça kuvvetli bir çıkışı yansıtıyor.

Prof. Selçuk, “Hele dershaneler öğrencilerin başarısını hiç üzerlerine almasınlar. Çünkü bu çocukları en fazla istismar ve afişe eden kurumlar dershaneler. Bazı öğrencilerdeki Allah vergisi zekânın ortaya koyduğu başarıyı hak etmediği halde ne çok sahiplenen var” diye ekliyor.

SINAV SİSTEMİ OLDUĞU GİBİ KALDIRILMALI

Prof. Selçuk’un altını çizdiği çok çarpıcı bir olgu var. Bu, Türkiye’deki dershane bütçesinin yükseköğretime harcanan paranın iki katına ulaşmış olmasıdır. “O zaman bir paradigma değişikliği yapmak elzemdir” diyor Prof. Selçuk. Vurguladığı başka düşündürücü nokta, bugün dünyada Türkiye ve Çin’den başka merkezi üniversite giriş sınavı yapan bir ülkenin kalmadığı gerçeğidir.

Prof. Selçuk, değerlendirmesinin sonunda “Okullarımıza, öğretmenlerimize, öğrencilerimize başarısız demekten vazgeçelim” diye sesleniyor ve şu öneriyi ortaya atıyor:

“Bu sınavlar çocukluğu,

yeteneği, umudu öldürüyor.

Araçlar amaç haline gelmiş durumda. Eğitim sistemi sınavların şantajına boyun eğiyor. Bu sınavları kaldırmak için gereken tek şey irade. Bu ülkede bir lider ‘Benim önceliğim evlatlarımızın kamil insan olarak yetişmesidir. Üç yıl içinde okullar arasındaki eşitsizliği kaldırmak ana görevimiz’ diyebildiği anda her şey tabii mecrasına akacaktır.”

(Sedat Ergin-hürriyet)

Son Güncelleme: Perşembe, 26 Nisan 2012 08:51

Gösterim: 1920


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.