Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

Sporla uğraşan çocukların hafızasının daha güçlü, dikkatinin daha fazla olduğu belirlendi.

ABD'deki Illinois Üniversitesi'nden bilim adamlarının araştırması, ilk kez spor ve beyindeki beyaz madde arasında bağlantı bulunduğunu ortaya koydu. 9-10 yaşındaki bazı çocukların beyin görüntülerini inceleyen bilim adamları, spor yapanların beynindeki beyaz maddenin daha fazla ve yoğun olduğunu saptadı.

Beyaz maddenin beynin farklı bölgelerindeki bağlantıların güçlenmesini, dolayısıyla bilişsel becerilerin artmasını sağladığını vurgulayan bilim adamları, bir sonraki aşamada düzenli olarak yeni bir spor dalıyla uğraşmaya başlayan çocukların beynindeki beyaz maddenin artıp artmadığını inceleyecek.

> Sporla uğraşan çocukların hafızası daha güçlü

Sporla uğraşan çocukların hafızasının daha güçlü, dikkatinin daha fazla olduğu belirlendi.

ABD'deki Illinois Üniversitesi'nden bilim adamlarının araştırması, ilk kez spor ve beyindeki beyaz madde arasında bağlantı bulunduğunu ortaya koydu. 9-10 yaşındaki bazı çocukların beyin görüntülerini inceleyen bilim adamları, spor yapanların beynindeki beyaz maddenin daha fazla ve yoğun olduğunu saptadı.

Beyaz maddenin beynin farklı bölgelerindeki bağlantıların güçlenmesini, dolayısıyla bilişsel becerilerin artmasını sağladığını vurgulayan bilim adamları, bir sonraki aşamada düzenli olarak yeni bir spor dalıyla uğraşmaya başlayan çocukların beynindeki beyaz maddenin artıp artmadığını inceleyecek.

Son Güncelleme: Perşembe, 21 Ağustos 2014 10:39

Gösterim: 907

Yabancı dil öğrenmenin, beynin yaşlanmasını yavaşlattığı bildirildi. 

Sonuçları "Annals of Neurology" dergisinde yayımlanan, Edinburgh Üniversitesi'nin yaptığı araştırma çerçevesinde, kentte doğan 262 kişiye 11 yaşındaki yapılan testlerin verileri kullanıldı ve benzer zeka testleri bu kişiler 70'li yaşlarındayken tekrarlandı. 

2008-2010 yıllarında yapılan araştırmada, hepsi İngilizcenin yanı sıra en az bir dilde daha iletişim kurabilen bu kişilerin 70'li yaşlarında bilişsel yetilerinin ne ölçüde değiştiği incelendi. 

Gruptaki 195 kişinin ikinci dili 18 yaşından önce, 65'inin ise 18 yaşından sonra öğrendiği belirtildi. 

Araştırmanın bulguları, iki ya da daha fazla dil konuşanların, kendilerinden beklenenden çok daha iyi bilişsel yetilere sahip olduğunu ortaya koyarken, en güçlü etkilerin, genelde zeka ve okumada gözlendiği kaydedildi. 

Yabancı dili yetişkinken öğrenenlerde de bu olumlu etkinin tespit edildiğine dikkati çekildi. 

Edinburgh Üniversitesi Bilişsel Yaşlanma ve Epidemiyoloji Merkezi'nden doktor Thomas Bak, dikkat, odaklanma ve akıcılıkta gözlenen iyileşmenin, doğuştan gelen zekayla açıklanamayacağını ifade ederek "Araştırmamız, çift dilliliğinin, yetişkinlikte öğrenilse bile, yaşlanan beynin çıkarına olabileceğini gösteriyor" dedi.

> Yabancı dil öğrenmek, beynin yaşlanmasını yavaşlatıyor

Yabancı dil öğrenmenin, beynin yaşlanmasını yavaşlattığı bildirildi. 

Sonuçları "Annals of Neurology" dergisinde yayımlanan, Edinburgh Üniversitesi'nin yaptığı araştırma çerçevesinde, kentte doğan 262 kişiye 11 yaşındaki yapılan testlerin verileri kullanıldı ve benzer zeka testleri bu kişiler 70'li yaşlarındayken tekrarlandı. 

2008-2010 yıllarında yapılan araştırmada, hepsi İngilizcenin yanı sıra en az bir dilde daha iletişim kurabilen bu kişilerin 70'li yaşlarında bilişsel yetilerinin ne ölçüde değiştiği incelendi. 

Gruptaki 195 kişinin ikinci dili 18 yaşından önce, 65'inin ise 18 yaşından sonra öğrendiği belirtildi. 

Araştırmanın bulguları, iki ya da daha fazla dil konuşanların, kendilerinden beklenenden çok daha iyi bilişsel yetilere sahip olduğunu ortaya koyarken, en güçlü etkilerin, genelde zeka ve okumada gözlendiği kaydedildi. 

Yabancı dili yetişkinken öğrenenlerde de bu olumlu etkinin tespit edildiğine dikkati çekildi. 

Edinburgh Üniversitesi Bilişsel Yaşlanma ve Epidemiyoloji Merkezi'nden doktor Thomas Bak, dikkat, odaklanma ve akıcılıkta gözlenen iyileşmenin, doğuştan gelen zekayla açıklanamayacağını ifade ederek "Araştırmamız, çift dilliliğinin, yetişkinlikte öğrenilse bile, yaşlanan beynin çıkarına olabileceğini gösteriyor" dedi.

Son Güncelleme: Pazartesi, 02 Haziran 2014 12:55

Gösterim: 748

Sıradan bir okur musunuz yoksa kitap aşığı mı? İşte sıradan bir okurla bir kitap tutkununu birbirinden ayıran on altı detay…

Sınırsız televizyon ve internet çağında, içinizi kelimelerle doldurmak büyük bir tutku ister. Bir kitap kurduysanız eğer, en sevdiğiniz yazarların sözleriyle yaşar; eski kitapların kokularıyla mutlu olursunuz. İşte sıradan bir okurla bir kitap tutkununu birbirinden ayırmaya yarayacak on altı yöntem…

1) Kitabın sayfalarından birini öylesine yırtıp uçak yapma fikri size deliye döndürüyorsa

2) Kendinizi sahafların arka koridorlarında eski kitapları koklarken buluyorsanız

3) Artık yetişkin olsanız da, “okul kitap fuarı” kelimeleri size bugün bile heyecanlandırabiliyorsa

4) Kitaplardan uyarlama filmlere gitmekten nefret ediyorsanız -çünkü hiçbir zaman aklınızdaki hayalini kurduğunuz kitapla örtüşmez-

5) İkinci el satışlarda gözünüz sürekli kitapları arıyorsa -onları satın almak için değil, aynı zamanda “kurtarmak” da istiyorsanız-

6) Okunacaklar Listesi’nin devrilip uykunuzda sizi ezmesi endişesi varsa

7) Pop kültürü sloganlarındansa, klasik yazarların sözlerine daha hâkimseniz

8) Yalnızca kitaplardaki indirimden ötürü bir kütüphaneci ile birlikte olmuşsanız

9) Bir kitabı bitirdikten çok uzun süre sonra bile hâlâ karakterlerin etkisinden çıkamayıp, onları düşünüyorsanız

10) Kitaplarınıza etiket yapıştırıp, kime nerede ödünç verdiğinizi sürekli takip ediyorsanız

11) Her türlü ortama, hatta buluşmalarınıza bile, bir kitap getiriyorsanız – ne zaman kitap okuma şansı yakalayacağınızı bilemezsiniz-

12) Sevdiğiniz bir yazara tweet attıp o da size cevap verdiğinde odanızda dans etmeye başlıyorsanız

13) Ve eğer onlar sizi Twitter’dan takibe başladıklarında aklınızı kaybedecek gibi oluyorsanız

14) En sevdiğiniz kitabın sizde birkaç farklı kopyası varsa –çünkü çekici bir kitap kapağına dayanamıyorsunuz-

15) Her çeşit kitabı -elektronik de olsa kâğıt da olsa- seviyorsanız

16) Bu akşam televizyonda ne olduğuna dair en ufak bir fikriniz bile yoksa

Tebrikler! Siz bir kitap kurdusunuz.

Kaynak Radikal, Huffingtonpost

> Sıradan bir okur musunuz yoksa kitap aşığı mı?

Sıradan bir okur musunuz yoksa kitap aşığı mı? İşte sıradan bir okurla bir kitap tutkununu birbirinden ayıran on altı detay…

Sınırsız televizyon ve internet çağında, içinizi kelimelerle doldurmak büyük bir tutku ister. Bir kitap kurduysanız eğer, en sevdiğiniz yazarların sözleriyle yaşar; eski kitapların kokularıyla mutlu olursunuz. İşte sıradan bir okurla bir kitap tutkununu birbirinden ayırmaya yarayacak on altı yöntem…

1) Kitabın sayfalarından birini öylesine yırtıp uçak yapma fikri size deliye döndürüyorsa

2) Kendinizi sahafların arka koridorlarında eski kitapları koklarken buluyorsanız

3) Artık yetişkin olsanız da, “okul kitap fuarı” kelimeleri size bugün bile heyecanlandırabiliyorsa

4) Kitaplardan uyarlama filmlere gitmekten nefret ediyorsanız -çünkü hiçbir zaman aklınızdaki hayalini kurduğunuz kitapla örtüşmez-

5) İkinci el satışlarda gözünüz sürekli kitapları arıyorsa -onları satın almak için değil, aynı zamanda “kurtarmak” da istiyorsanız-

6) Okunacaklar Listesi’nin devrilip uykunuzda sizi ezmesi endişesi varsa

7) Pop kültürü sloganlarındansa, klasik yazarların sözlerine daha hâkimseniz

8) Yalnızca kitaplardaki indirimden ötürü bir kütüphaneci ile birlikte olmuşsanız

9) Bir kitabı bitirdikten çok uzun süre sonra bile hâlâ karakterlerin etkisinden çıkamayıp, onları düşünüyorsanız

10) Kitaplarınıza etiket yapıştırıp, kime nerede ödünç verdiğinizi sürekli takip ediyorsanız

11) Her türlü ortama, hatta buluşmalarınıza bile, bir kitap getiriyorsanız – ne zaman kitap okuma şansı yakalayacağınızı bilemezsiniz-

12) Sevdiğiniz bir yazara tweet attıp o da size cevap verdiğinde odanızda dans etmeye başlıyorsanız

13) Ve eğer onlar sizi Twitter’dan takibe başladıklarında aklınızı kaybedecek gibi oluyorsanız

14) En sevdiğiniz kitabın sizde birkaç farklı kopyası varsa –çünkü çekici bir kitap kapağına dayanamıyorsunuz-

15) Her çeşit kitabı -elektronik de olsa kâğıt da olsa- seviyorsanız

16) Bu akşam televizyonda ne olduğuna dair en ufak bir fikriniz bile yoksa

Tebrikler! Siz bir kitap kurdusunuz.

Kaynak Radikal, Huffingtonpost

Son Güncelleme: Salı, 27 May 2014 13:52

Gösterim: 1312

Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Erkoçoğlu, Evcil hayvan beslenen evde yetişen çocukların daha aktif ve sosyal olduğunu söyledi.

Erkoçoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, evde hayvan beslemenin çocuklarda, fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal gelişimi olumlu yönde etkilediğini belirtti.

Çocuklara, kedi ve köpek gibi hayvanları besleme ve dışarıda gezdirme gibi görevlerin verilmesinin onların sorumluluk kazanması açısından faydalı olacağını anlatan Erkoçoğlu, bu konuyla ilgili birçok araştırmanın aynı sonucu verdiğini kaydetti.

Erkoçoğlu, söz konusu araştırmalarda evcil hayvan beslenen evde yetişen çocuklarda sosyal uyum, çevreye ilgi ve şefkat gibi duyguların daha iyi geliştiğinin tespit edildiğini vurgulayarak, çocuklarının, daha sosyal ve aktif olmasını isteyen ailelerin evlerinde evcil hayvan beslemesinin faydalı olacağını ifade etti.

Bunun yanında bazı alerjik hastalıklar açısından da evcil hayvanların beslenmesinin önemli olduğuna vurgu yapan Erkoçoğlu, "Yapılan çalışmalarda, hayatın erken döneminde evcil hayvanların bulunduğu ortamda büyüyen çocuklarda alerjik hastalıkların daha az olduğu görülmüş. Ancak, bunu yaparken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var. Hayvanlar çeşitli mikrop ve parazitlerin taşıyıcısı olabiliyorlar. Bu nedenle mutlaka evde beslenen hayvanların veteriner kontrolü altında aşılarının düzenli yapılıyor olması gerekir" ifadesini kullandı.

"Hayvanın kendisine ait bir ortamda beslenmesi daha hijyenik"

Erkoçoğlu, evde beslenen hayvanların dış ortamda yaşayan diğer hayvanlarla temasının engellenemeyeceğine işaret ederek,  hayvan beslemenin, çocuklara ruhsal, fiziksel, zihinsel katkıda bulunacağı gibi hijyen kurallarına dikkat edilmezse ciddi hastalıklara da sebebiyet verebileceğini vurguladı.

İnsan sağlığı açısından, en uygun hayvan besleme ortamının bahçeli evler olduğunu anlatan Erkoçoğlu, şöyle konuştu:

"Burada esas önemli olan mesele hijyen. Bu hayvanlar sadece evde durmayan ve sokakta gezen hayvanlarsa temizliği önemli. Kişisel düşünce olarak ben hayvanlar açısından da yaklaştığımda, onların kendi yaşam alanlarının bulunduğu ortamda beslenmesinin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Eğer mümkünse köpeğin, bahçeli bir evde ve kendisine ait bir ortamda beslenmesi daha hijyenik. Tüy döken kedi, köpek gibi hayvanların ev içinde beslenmesi hijyen açısından her zaman sıkıntı doğurabilir. Bazı durumlarda ciddi hastalıklara neden olabilir."

> Evinde hayvan beslenen çocuklar daha sosyal

Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Erkoçoğlu, Evcil hayvan beslenen evde yetişen çocukların daha aktif ve sosyal olduğunu söyledi.

Erkoçoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, evde hayvan beslemenin çocuklarda, fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal gelişimi olumlu yönde etkilediğini belirtti.

Çocuklara, kedi ve köpek gibi hayvanları besleme ve dışarıda gezdirme gibi görevlerin verilmesinin onların sorumluluk kazanması açısından faydalı olacağını anlatan Erkoçoğlu, bu konuyla ilgili birçok araştırmanın aynı sonucu verdiğini kaydetti.

Erkoçoğlu, söz konusu araştırmalarda evcil hayvan beslenen evde yetişen çocuklarda sosyal uyum, çevreye ilgi ve şefkat gibi duyguların daha iyi geliştiğinin tespit edildiğini vurgulayarak, çocuklarının, daha sosyal ve aktif olmasını isteyen ailelerin evlerinde evcil hayvan beslemesinin faydalı olacağını ifade etti.

Bunun yanında bazı alerjik hastalıklar açısından da evcil hayvanların beslenmesinin önemli olduğuna vurgu yapan Erkoçoğlu, "Yapılan çalışmalarda, hayatın erken döneminde evcil hayvanların bulunduğu ortamda büyüyen çocuklarda alerjik hastalıkların daha az olduğu görülmüş. Ancak, bunu yaparken dikkat edilmesi gereken bazı hususlar var. Hayvanlar çeşitli mikrop ve parazitlerin taşıyıcısı olabiliyorlar. Bu nedenle mutlaka evde beslenen hayvanların veteriner kontrolü altında aşılarının düzenli yapılıyor olması gerekir" ifadesini kullandı.

"Hayvanın kendisine ait bir ortamda beslenmesi daha hijyenik"

Erkoçoğlu, evde beslenen hayvanların dış ortamda yaşayan diğer hayvanlarla temasının engellenemeyeceğine işaret ederek,  hayvan beslemenin, çocuklara ruhsal, fiziksel, zihinsel katkıda bulunacağı gibi hijyen kurallarına dikkat edilmezse ciddi hastalıklara da sebebiyet verebileceğini vurguladı.

İnsan sağlığı açısından, en uygun hayvan besleme ortamının bahçeli evler olduğunu anlatan Erkoçoğlu, şöyle konuştu:

"Burada esas önemli olan mesele hijyen. Bu hayvanlar sadece evde durmayan ve sokakta gezen hayvanlarsa temizliği önemli. Kişisel düşünce olarak ben hayvanlar açısından da yaklaştığımda, onların kendi yaşam alanlarının bulunduğu ortamda beslenmesinin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Eğer mümkünse köpeğin, bahçeli bir evde ve kendisine ait bir ortamda beslenmesi daha hijyenik. Tüy döken kedi, köpek gibi hayvanların ev içinde beslenmesi hijyen açısından her zaman sıkıntı doğurabilir. Bazı durumlarda ciddi hastalıklara neden olabilir."

Son Güncelleme: Perşembe, 29 May 2014 11:48

Gösterim: 786

Uzmanlar, aileleri çocuklarının akademik yönden başarılı olabilmeleri, odaklanma sorunu yaşamamaları için onları 5 yaşına kadar çok sıkı takip etmeleri konusunda uyardı

Yüksek beyin işlevlerini ve algılama-değerlendirme ile ilgili temel görevleri yürüten beyin kabuğunun yüzde 90’ının bireyin ilk 5 yılında oluştuğuna dikkat çeken uzmanlar, aileleri çocuklarının akademik yönden başarılı olabilmeleri, odaklanma sorunu yaşamamaları için onları bu yaş aralığında sıkı takip etmeleri konusunda uyardı

Bireylerin beyin kabuğunun gelişiminde en kritik yılların ilk 5 yıl olduğunu açıklayan uzmanlar, başarılı bir akademik kariyere sahip, derslerine ve ödevlerine odaklanmakta zorlanmayan çocuklar yetiştirmek isteyen aileleri bu konuda uyardı.  Çocukların okul yaşamında yaşayabileceği odaklanma, öğrenme ile ilgili zorluklar, aşırı hareketlilik gibi sorunların sinyallerinin aslında okul öncesi dönemde ortaya çıktığını vurgulayan uzmanlara göre, bu dönemde çocukların gelişiminin takibi şart..! Organize olmakta zorlanan, neye nasıl başlayacağını planlamakta zorlanan ya da ödevlerinin takibini yapmayan çocuklarıyla ilgili olarak anne-babaların bu noktada uzman desteğine başvurduğunu ama bu dönemde çocuğun veya gencin akademik yaşantısında önemli değişimler yaratabilmek için geç kalınmış olabildiğini belirten Ayna Eğitim ve Psikolojik Danışma Merkezi’nden Uzman Psikolojik Danışman Nur Ağdelen, “Çocukların okul yaşamındaki dikkat ve öğrenme performansının nasıl olacağı, okul öncesi dönemde şekillenmeye başlar. Bu nedenle, okul öncesi dönemde, çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarının karşılanması ve gelişimsel becerilerinin yaşına uygun olup olmadığının değerlendirilmesi, gelişimsel gecikmelerin saptanması durumunda, bu konuda bir uzmandan destek alınması çok önemli” dedi. ‘Ama neden?’ soruları bıktırabilir! 0-6 yaş arası dönemin, çocuğun kişiliğinin temellerinin atıldığı dönem olması açısından büyük önem taşıdığını aktaran Ağdelen,  şunları söyledi: “Bu dönemde yürümeyi, zıplamayı, kalem tutmayı içeren fiziksel beceriler ile konuşma, söylenenleri yerine getirme gibi dil becerileri hızla gelişir. Çocuk birçok alanda tek başına hareket edebilir, bağımsız hale gelir,  yaşıtlarıyla sosyalleşmek ister. Bunların yanı sıra, çocuğun bilişi de gelişir. Çocuk dış dünya konusunda meraklıdır, daha çok soru sorar hale gelir. 2-3 yaşlarında her tepkiniz sonrasında ‘Ama neden?’ sorusunu soran çocuğun temel arzusu daha fazla bilgilenmektir. Anne-babalar ve çocuğa bakan diğer kişiler için zaman zaman yorucu olabilen sorulara verilen cevaplar, ileride çocuğun kendisine sorulan sorulara vereceği yanıtların da niteliğini belirler. Sorularına yanıt alabilen çocuk, sormaya ve öğrenmeye devam eder. Dolayısıyla çocuğun sorularının sabırla yanıtlanması oldukça önemlidir.” Yetişkinliğe gelişimin sadece yüzde 1’i kalıyor! Ağdelen, okul öncesi dönemde çocuğun çevresine olan dikkatinin, merakının ve sorgulamalarının teşvik edilmesinin farklı bir önemi daha olduğunu hatırlatarak şöyle devam etti: “Nörologlar, yüksek beyin işlevlerini ve algılama-değerlendirmeyle ilişkili temel görevleri yürüten beyin kabuğunun yüzde 90’ının yaşamın ilk beş yılında oluştuğunu ifade eder. Buna göre, çocuğun yaşamının ilerleyen yıllarındaki akademik etkinliklere dikkatini yöneltebilmesi, bu dönemdeki gelişimiyle yakından ilgilidir. Beyin kabuğunun yüzde 7’si 6-12 yaşlar arasında şekillenirken, 12-18 yaşlar arasında yüzde 2’si şekilleniyor. 18 yaşına gelindiğinde beyin kabuğunun gelişiminin yüzde 99’unun tamamlandığı, yetişkinliğe ise gelişimin sadece yüzde 1’inin kaldığı vurgulanıyor. Örneğin, dil gelişiminde gecikme olan çocuklar okul yaşantısında, özellikle okuduğunu anlama, kendini ifade etme gibi alanlarda zorluk yaşayabilir. Dolayısıyla erken dönemlerdeki dil problemlerini ve diğer gelişimsel gecikmeleri ciddiye almak gerekir. Bunları erken dönemde fark etmek ve bu konuda çalışmalar yapmak, daha sonra problem olabilecek durumları önlememizi sağlar.” Erken müdahale gerekli Bilişsel süreçleri şekillendirme erişkinlikte zayıfladığı için, akademik yaşamının ilerleyen yıllarında uzman desteğine başvuran çocuklarda ilerleme görülmesinin zorlaşabildiğini aktaran Uzman Psikolojik Danışman Nur Ağdelen, “Araştırmalara göre, ileride öğrenmeyle ilgili zorluklar yaşanabileceğine dair sinyaller dikkate alındığında ve yaşamın ilk beş yılında bu konularda çalışıldığında, bu grubun yüzde 90’ı akademik yaşamına çok daha kolay devam ediyor. Müdahale edilmediği zaman ise öğrenme zorlukları, çocuğun akademik yaşantısını olumsuz etkiliyor” diye konuştu. “Yetersizlik hissi güvenini sarsabilir” Değerlendirmelerini örnekleyen Ağdelen, şunları açıkladı: “Okul öncesi dönemde el becerileri yaşına uygun gelişmemiş bir çocuk düşünelim. Bu çocuk, okuma yazmaya hazırlık çalışmalarında veya diğer akademik etkinliklerde kalemi uygun bir şekilde tutmakta da zorlanabilir. Kalemi tutamayan, kasları yeterince gelişmeyen çocuk yazma etkinliğinden hoşlanmayabilir ve bunu yapmaktan kaçınabilir. Akademik görevleri yerine getirmek istemeyen çocuk, sınıfın gerisinde kalabilir ve kendini beceriksiz hissedebilir. Dersler konusunda kendini yeterli hissetmeyen çocuk, okul dışındaki yaşamında da kendine güvenmekte zorlanabilir. Bu durumda, okul öncesi dönemde gerçekleştirilebilecek küçük müdahalelerle eğitim yaşamına çok kolay devam edebilecek çocuğun hayatının seyri çok daha farklı olabiliyor. Bu nedenle, çocuğun henüz yoğun akademik zorluklar yaşamadığı 0-6 yaş dönemde çocuğun gelişiminin takip edilmesi ve uygun etkinliklerle desteklenerek bilişsel performansının artırılması, yaşanabilecek olası problemlerin önlenmesi açısından çok önemli.”

Kaynak Zamanecocuk.com

> Akademik başarının formülü İlk ‘5’te saklı

Uzmanlar, aileleri çocuklarının akademik yönden başarılı olabilmeleri, odaklanma sorunu yaşamamaları için onları 5 yaşına kadar çok sıkı takip etmeleri konusunda uyardı

Yüksek beyin işlevlerini ve algılama-değerlendirme ile ilgili temel görevleri yürüten beyin kabuğunun yüzde 90’ının bireyin ilk 5 yılında oluştuğuna dikkat çeken uzmanlar, aileleri çocuklarının akademik yönden başarılı olabilmeleri, odaklanma sorunu yaşamamaları için onları bu yaş aralığında sıkı takip etmeleri konusunda uyardı

Bireylerin beyin kabuğunun gelişiminde en kritik yılların ilk 5 yıl olduğunu açıklayan uzmanlar, başarılı bir akademik kariyere sahip, derslerine ve ödevlerine odaklanmakta zorlanmayan çocuklar yetiştirmek isteyen aileleri bu konuda uyardı.  Çocukların okul yaşamında yaşayabileceği odaklanma, öğrenme ile ilgili zorluklar, aşırı hareketlilik gibi sorunların sinyallerinin aslında okul öncesi dönemde ortaya çıktığını vurgulayan uzmanlara göre, bu dönemde çocukların gelişiminin takibi şart..! Organize olmakta zorlanan, neye nasıl başlayacağını planlamakta zorlanan ya da ödevlerinin takibini yapmayan çocuklarıyla ilgili olarak anne-babaların bu noktada uzman desteğine başvurduğunu ama bu dönemde çocuğun veya gencin akademik yaşantısında önemli değişimler yaratabilmek için geç kalınmış olabildiğini belirten Ayna Eğitim ve Psikolojik Danışma Merkezi’nden Uzman Psikolojik Danışman Nur Ağdelen, “Çocukların okul yaşamındaki dikkat ve öğrenme performansının nasıl olacağı, okul öncesi dönemde şekillenmeye başlar. Bu nedenle, okul öncesi dönemde, çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarının karşılanması ve gelişimsel becerilerinin yaşına uygun olup olmadığının değerlendirilmesi, gelişimsel gecikmelerin saptanması durumunda, bu konuda bir uzmandan destek alınması çok önemli” dedi. ‘Ama neden?’ soruları bıktırabilir! 0-6 yaş arası dönemin, çocuğun kişiliğinin temellerinin atıldığı dönem olması açısından büyük önem taşıdığını aktaran Ağdelen,  şunları söyledi: “Bu dönemde yürümeyi, zıplamayı, kalem tutmayı içeren fiziksel beceriler ile konuşma, söylenenleri yerine getirme gibi dil becerileri hızla gelişir. Çocuk birçok alanda tek başına hareket edebilir, bağımsız hale gelir,  yaşıtlarıyla sosyalleşmek ister. Bunların yanı sıra, çocuğun bilişi de gelişir. Çocuk dış dünya konusunda meraklıdır, daha çok soru sorar hale gelir. 2-3 yaşlarında her tepkiniz sonrasında ‘Ama neden?’ sorusunu soran çocuğun temel arzusu daha fazla bilgilenmektir. Anne-babalar ve çocuğa bakan diğer kişiler için zaman zaman yorucu olabilen sorulara verilen cevaplar, ileride çocuğun kendisine sorulan sorulara vereceği yanıtların da niteliğini belirler. Sorularına yanıt alabilen çocuk, sormaya ve öğrenmeye devam eder. Dolayısıyla çocuğun sorularının sabırla yanıtlanması oldukça önemlidir.” Yetişkinliğe gelişimin sadece yüzde 1’i kalıyor! Ağdelen, okul öncesi dönemde çocuğun çevresine olan dikkatinin, merakının ve sorgulamalarının teşvik edilmesinin farklı bir önemi daha olduğunu hatırlatarak şöyle devam etti: “Nörologlar, yüksek beyin işlevlerini ve algılama-değerlendirmeyle ilişkili temel görevleri yürüten beyin kabuğunun yüzde 90’ının yaşamın ilk beş yılında oluştuğunu ifade eder. Buna göre, çocuğun yaşamının ilerleyen yıllarındaki akademik etkinliklere dikkatini yöneltebilmesi, bu dönemdeki gelişimiyle yakından ilgilidir. Beyin kabuğunun yüzde 7’si 6-12 yaşlar arasında şekillenirken, 12-18 yaşlar arasında yüzde 2’si şekilleniyor. 18 yaşına gelindiğinde beyin kabuğunun gelişiminin yüzde 99’unun tamamlandığı, yetişkinliğe ise gelişimin sadece yüzde 1’inin kaldığı vurgulanıyor. Örneğin, dil gelişiminde gecikme olan çocuklar okul yaşantısında, özellikle okuduğunu anlama, kendini ifade etme gibi alanlarda zorluk yaşayabilir. Dolayısıyla erken dönemlerdeki dil problemlerini ve diğer gelişimsel gecikmeleri ciddiye almak gerekir. Bunları erken dönemde fark etmek ve bu konuda çalışmalar yapmak, daha sonra problem olabilecek durumları önlememizi sağlar.” Erken müdahale gerekli Bilişsel süreçleri şekillendirme erişkinlikte zayıfladığı için, akademik yaşamının ilerleyen yıllarında uzman desteğine başvuran çocuklarda ilerleme görülmesinin zorlaşabildiğini aktaran Uzman Psikolojik Danışman Nur Ağdelen, “Araştırmalara göre, ileride öğrenmeyle ilgili zorluklar yaşanabileceğine dair sinyaller dikkate alındığında ve yaşamın ilk beş yılında bu konularda çalışıldığında, bu grubun yüzde 90’ı akademik yaşamına çok daha kolay devam ediyor. Müdahale edilmediği zaman ise öğrenme zorlukları, çocuğun akademik yaşantısını olumsuz etkiliyor” diye konuştu. “Yetersizlik hissi güvenini sarsabilir” Değerlendirmelerini örnekleyen Ağdelen, şunları açıkladı: “Okul öncesi dönemde el becerileri yaşına uygun gelişmemiş bir çocuk düşünelim. Bu çocuk, okuma yazmaya hazırlık çalışmalarında veya diğer akademik etkinliklerde kalemi uygun bir şekilde tutmakta da zorlanabilir. Kalemi tutamayan, kasları yeterince gelişmeyen çocuk yazma etkinliğinden hoşlanmayabilir ve bunu yapmaktan kaçınabilir. Akademik görevleri yerine getirmek istemeyen çocuk, sınıfın gerisinde kalabilir ve kendini beceriksiz hissedebilir. Dersler konusunda kendini yeterli hissetmeyen çocuk, okul dışındaki yaşamında da kendine güvenmekte zorlanabilir. Bu durumda, okul öncesi dönemde gerçekleştirilebilecek küçük müdahalelerle eğitim yaşamına çok kolay devam edebilecek çocuğun hayatının seyri çok daha farklı olabiliyor. Bu nedenle, çocuğun henüz yoğun akademik zorluklar yaşamadığı 0-6 yaş dönemde çocuğun gelişiminin takip edilmesi ve uygun etkinliklerle desteklenerek bilişsel performansının artırılması, yaşanabilecek olası problemlerin önlenmesi açısından çok önemli.”

Kaynak Zamanecocuk.com

Son Güncelleme: Salı, 27 May 2014 11:39

Gösterim: 963

Diğer Makaleler...

  1. Bebeklik anılarımızı neden unutuyoruz?
  2. Çocuklara en çok yakınları zarar veriyor
  3. İnsan beyninin en verimli olduğu yaş
  4. Ebeveynlerin çocuklarının eğitiminden beklentileri araştırması