‘Üniversiteyi orkestra şefi gibi yönetiyorum’
- Ayrıntılar
- Kategori: Röportaj
- Çarşamba, 25 Şubat 2015 11:04 tarihinde oluşturuldu
Maltepe Üniversitesi'nin belgeselci Rektörü Prof. Dr. Şahin Karasar: Üniversiteyi ORKESTRA ŞEFİ gibi yönetiyorum
Önce fizik, sonra arkeoloji bölümlerini deneyen Maltepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şahin Karasar, son olarak iletişim bölümünü seçerek alanını bulduğunu söylüyor. Mesleki kariyeri boyunca uygulamanın içinde olan Prof. Dr. Karasar, birçok belgesele imza atmış bir isim. İletişimci olmanın yönetime katkısı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Karasar, kendisini caz orkestrası şefine benzeterek, “Caz orkestrası şefi ekibin içindendir. Herhangi bir enstrümanı çalar. Çalarken de ekibini yönetir. Ben de onu uygulamaya çalışıyorum” diyor.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1965 yılında Ankara’da doğdum. İlkokul, ortaokul, liseyi Ankara’da okudum. Üniversiteyi Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi’nde, o dönemin tek iletişim fakültesi şimdiki adıyla İletişim Bilimleri Fakültesi olan, Basın Yayın Yüksekokulu’nda okudum. Anadolu Üniversitesi’nin yurtdışı yüksek lisans bursuyla ABD’nin Wisconsin eyaletine gittim. Milwaukee’de yüksek lisans eğitimimi yaptım. Mecburi hizmetimi yapmak için Türkiye’ye geri döndüm ve asistanı olduğum Anadolu Üniversitesi’nde araştırma görevlisi oldum. Doktora eğitimime başladım ve 1999 yılında bitirdim. Doktoramı bitirdikten sonra bir dönem Gazi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştım. 2001-2004 yılları arasında KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne önce bölüm başkanı, sonra dekan yardımcısı oldum. Daha sonrasında da rektör yardımcısı olarak görev yaptım. 2004 yılında Kırgısiztan-Türkiye Manas Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne Radyo, Televizyon ve Sinema bölüm başkanı olarak girdim. O zaman stüdyolar kuruluyordu ve görevim de stüdyoların kuruluşunu organize etmekti. Oradaki görevim tamamlandıktan sonra Maltepe Üniversitesi’ne İletişim Fakültesi dekan yardımcısı olarak geldim. Daha sonra 2005 yılından 2010 yılına kadar Güzel Sanatlar Fakültesi dekanı olarak çalıştım. 2010 yılında Türk Hava Yolları’nda eğitim başkanı ve Türk Hava Yolları Akademisi başkanı olarak görev yaptım. Burada 3 yıl çalıştıktan sonra rektör yardımcısı olarak üniversiteye tekrar döndüm. Hemen ardından da rektörlük görevine atandım. Birkaç aydır Maltepe Üniversitesi’nin rektörü olarak görevimi yapıyorum.
Akademik alanım televizyon işletmeciliği, elektronik yayın yönetimi. Mesleki kariyerim boyunca uygulamadan kopmadım. Hep dış yapım olarak çeşitli kurum ve kuruluşlara belgeseller ürettim, çektim. Birkaçı televizyonlarda yayınlandı. Bizim üniversitelerimizin temel açmazlarından birisi de öğrencinin mezuniyetinden sonra üniversite sistemi içerisinde kalması, asistan olması, oradan akademik hayatını devam ettirerek yükselmesi. Profesör olması ve ondan sonra da yönetim görevlerine gelmesi. Aslında uygulamadan kopuk kalmak çok kısıtlayıcı bir şey.
Sürekli uygulamanın içerisinde olmuşsunuz. Bu durum yönetiminize nasıl yansıyor?
Aslında mesleği sevdiğim için, üretmeyi sevdiğim için uygulamanın içinde oldum. Bu uygulama içinde olmanın çok avantajlar sağladığını da, uygulamayı yapıp sınıfta öğretirken anladım. Öncelikle öğretim üyesinin sınıf içerisindeki performansına çok ciddi bir katkısı var. THY’de çalıştığım dönemde gördüm ki sadece üniversite öğretim üyelerinden oluşan bir eğitmen ekibi, sektörün beklentilerini karşılamaktan çok uzak. Çünkü sektör profesyonelleri zaten o bilimsel bilgiyle donanmış, o yayınların hepsini okumuş, o kitapların hepsini özümsemiş. Üniversite öğretim üyelerinin bundan çok uzak olması beni oradaki hizmetim boyunca da üniversite dışı eğitmenlerle çalışmak durumunda bıraktı. Şimdi Maltepe Üniversitesi rektörlüğü yaparken de gerek üniversitemizdeki dekan ve müdür arkadaşlarımla istişarelerimde gerekse öğretim elemanı istihdam politikamızda mutlaka uygulamanın içinden gelmiş olmasını hem artı olarak görüyoruz hem neredeyse şart koşuyoruz. Uygulamanın dışında olan bir öğretim üyesinin yeterince öğrenciye faydalı olamayacağını düşünüyorum. Uygulamanın tamamen uzağında yetişen bir öğrencinin de reel hayata hazırlanamayacağını düşünüyorum.
İLETİŞİMİ SEÇEREK ALANIMI BULDUM
İletişimi seçmenizde etken neydi? Sizi bu tercihinize yönelten süreç nasıl gelişti?
Türkiye’de 1970’li yılların başından beri üniversiteye giriş sistemi ufak tefek rötuşların dışında çok radikal bir değişikliğe uğramadı. Bu süre zarfında da belli meslekler hep moda meslek haline geldi. Bizim üniversiteye girdiğimiz yıllarda da iletişim gerçekten çok parlayan bir alandı. Üniversiteye 1986’da girdim. Daha doğrusu bitirdiğim üniversiteye girdim. Ben daha önce başka alanları da denedim. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde fizik okudum. Bitirmedim. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nde Protohistorya – Önasya Arkeolojisi okudum. Ve son olarak İletişim Fakültesi’ne girerek alanımı bulduğumu düşünüyorum.
Birçok ülkede bulunmuşsunuz. Kurumsallığa da imza atmışsınız. Bu anlamda baktığınızda, Türkiye’deki eğitimi nasıl görüyorsunuz?
Eğitim aslında özellikle yükseköğretim bu anlamda en yenilikçi olması gereken bir alan. Yükseköğretim camiasının bireyleri aslında mesleki olarak o kadar konservatif insanlar ki bir yeniliğe onları adapte etmek oldukça güç oluyor. Buna en bariz örneği şuradan vermek istiyorum. Şu anda Y kuşağı, hem üniversitede öğrenci hem iş sektöründe, reel sektörde çalışan hem de istihdam yapan olarak bulunuyor. Ama öyle kritik bir eşikteyiz ki 3 yıl sonra Z kuşağı üniversiteye adım atacak. Z kuşağı dediğimiz kuşağın bütün öğrenme alışkanlıkları bizim ezberimizi bozacak şekilde. Yani öğrenmenin temel parametreleri olan defter, kitap, kütüphane, kalem, kağıt, silgi gibi şeyler onların hayatında neredeyse yok. Daha çok online ve sosyal mecralar üzerinden bir öğrenme ve öğretme ile paylaşma aktivitesi gerçekleştiriyor. Bunların öğrenme alışkanlıklarına bizim kendimizi uydurmamız öğretim üyeleri olarak en zor işlerden birisidir. Öğretim üyeleri kendilerini revize etmezlerse bu ihtiyacı karşılamaları mümkün değil.
Bir şeyi belirtmek isterim, kendi alanım olduğu için bunu örnek veriyorum, sosyal bilimler alanının öğretim üyeleri hep eleştiri kültürü üzerinden var olmaya çalışmış bir kitle. Yapılan bir şeyi eleştirmek bir duruştur, saygı duyulabilir. Fakat bir parça da çözüm üretme ve çözümün parçası olmak refleksi de geliştirmek ve sergilemek gerekir. Yükseköğretim camiasının, üniversitelerin görevlerinden birisi de böyle farklı modeller üzerine kafa yormak, bunları ülke yükseköğretimine önermek. Çözüm önerileri de aramalıyız. Tabi sadece sosyal bilimler alanında ya da sadece eğitim alanında değil, mühendislik, sağlık, hukuk alanlarında da bu tür yeniliklerin öncüsü olacak bir şekilde kafa yormaları gerektiğini düşünüyorum üniversitelerin.
HER FAKÜLTEMİZİN UYGULAMA MEKANI VAR
Üniversitelerin misyonunu söylemiş oldunuz. Çözüm odaklı olması gerektiğini belirttiniz. Peki üniversitelerin şu andaki mevcut öğrencilere yönelik olarak çalışmaları nasıl olması gerekir?
Bizim Maltepe Üniversitesi’nde benimsediğimiz önemsediğimiz, önceliklendirdiğimiz ve takip ettiğimiz sistem, tamamen uygulamanın içinde olması. Alanı ne olursa olsun her bir fakültemizin mutlaka uygulama alanı var. Mühendislik Fakültesi’nde uygulama mekanları laboratuvarlar şeklinde oluyor. Hukuk Fakültemizin sanal mahkeme salonu; İletişim Fakültemizin yine Türkiye’nin en büyük kapalı platoları, üretim platoları ki burada pek çok profesyonel yapım yapılıyor. O anlamda İletişim Fakültemizin tüm öğrencileri de o yapımlar içerisinde öğrenciyken çeşitli pozisyonlarda, daha sonra mezun olduklarında kadrolu olarak görev alma şansını yakalıyorlar. Kuluçka merkezimiz aracılığıyla Mühendislik Fakültesi öğrencilerimizin yine start-up şirketlerin çalıştırmaları için kampüste onlara mekan sağlıyoruz. Mimarlık ve Tasarım Fakültemizin Türkiye’de hiçbir yerde eşi olmayan, duvar örmekten tutun da herhangi bir üç boyutlu tasarımı, üç boyutlu printerlarda almaya varana kadar değişen imkanlara sahip mimarlık hangarımız var.
Maltepe Üniversitesi’nin bundan sonraki hedefleri neler olacak?
20. yıla yaklaşmış bulunuyoruz. Bu önemli bir avantaj. Bu zaman zarfında da 1 milyon metrekarelik kampüs içerisinde gerek derslikler gerek yardımcı üniteler, öğrenci evleri, konferans salonları, sergi salonları, uygulama mekanları artık bizi fiziki anlamda ileri düzeyde bir olgunluğa getirdi. Üniversitemizin akademik yapılanmasının, İstanbul Üniversitesi’nden, Mimar Sinan Üniversitesi’nden, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden bir ekiple kurulmuş olması da çok önemli bir avantaj. Ciddi, sağlam bir akademik yapısı var ve bu gelenek şimdiye kadar bozulmadı. Akademik olarak akreditasyonlar meselesi var. Avrupa Birliği uyum süreçlerini tamamladık. Diploma eki etiketlerimizi de aldık. Ulusal ve uluslararası düzeyde program program, bölüm bölüm akredite eden kurumlarla görüşüyoruz. Girdiyi iyi ya da kötü bir biçimde ölçüyoruz. Çıktının da ölçülmesi anlamında da bu tür akreditasyonlar önemli. Şimdiki hedeflerimizden birisi de budur.
Hedeflediğiniz noktada mısınız? Olaylar hep planladığınız şekilde mi gelişti? Yoksa biraz da tesadüflerin eseriyle mi bir kariyer planlaması oldu?
Çok planlayarak gittiğim söylenemez ama hedeflerim hep oldu. Bir öğretim üyesi olarak da yani öğretim üyesinin gelebileceği en yüksek yer rektörlüktür. Ona çok şükür gelmiş oldum. Esas bundan sonrasının zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü içinde bulunduğunuz kurumu bir noktadan belli bir noktaya taşımak bundan sonraki en önemli hedef. Ondan sonrası için şu anda çok rahat hedef koymak mümkün değil.
Şu an verimli döneminizdesiniz. Rektörlüğü bırakacağım dediğiniz noktada üniversiteyi nerede görmek istersiniz?
Rektör olduğumda bir strateji vizyon belgesi vardı, orada şunu söyledim: “Maltepe Üniversitesi bu fiziki kapasitesiyle, akademik yapısının desteğiyle gerçekten ilkler arasında yer almayı hakeden bir yapıda.” İlk 4 yıllıkta ya da ikinci 4 yıllıkta toplamda 8 yıllık dönemde ilkler arasına sokabilirsem, o benim için hedeflerimi gerçekleştirmek anlamına gelecek.
HER LİSE MEZUNUNUN ÜNİVERSİTEYE YERLEŞEBİLECEĞİ DÖNEMDEYİZ
Üniversitelerin sayısı giderek artıyor. Prof. Dr. Şahin Karasar, Türkiye’nin son 30-40 yılında üniversite eğitiminin özellikle batıdan modeller dediğimiz sistemlerle yaşadığına dikkat çekiyor. Üniversitelerimizin, her ne kadar Avrupa’ya ait bir sistem olsa da daha çok Amerikan yükseköğretim sisteminin modelleriyle hem müfredat hem uygulama açısından ilerlediğini söyleyen Prof. Dr. Karasar, “Şimdi bizim nüfusumuza oranla üniveriste sayımıza baktığımızda o standartları yakalayabilmemiz için bir bu kadar daha üniversitemizin olması gerekiyor. Kontenjanlar ve üniversite kapısındaki yığılma olarak baktığımızda son 10 yılda gerçekten üniversite kapısında bekleme işi siyaseten çözülmüş durumda. Yani üniversitelerin sayısı ve kontenjanların artırılması suretiyle aslında şu anda liseden mezun olan her öğrencinin eğer vakıf üniversitesini finanse edebilecek bir gücü varsa mutlaka bir üniversiteye yerleşebileceği bir dönemdeyiz. Bence iki açıdan iyi. Birincisi, neslin üniversiteleşmesi açısından; ikincisi de, üniversite eğitimi almak isteyen herkese duyuracağınız, tanınmak açısından iyi. Burada zikretmediğimiz bir üçüncü boyutu daha var. Uluslararası rekabet parametrelerinden birisi de üniversite eğitimi almış olmak” ifadelerini kullanıyor.
İLETİŞİMCİ OLMAK KOLAYLIK SAĞLIYOR
İletişimci olmanın çok büyük avantajlarının olduğunu ancak her zaman iletişimi iyi olmak anlamına gelmediğini söyleyen Maltepe Üniversitesi Rektörü, alanınız, mesleğiniz, konumunuz, göreviniz ne olursa olsun, dialogla çözebileceğiniz kısmının işin büyük bir kısmı olduğunu, dolayısıyla dialoğun gözardı edilmemesi gerektiğini sözlerine ekliyor dk-apotek.com. İletişimci olmanın yönetim konusunda çok kolaylık sağladığını ifade eden Rektör Prof. Karasar, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Senfoni orkestrasının şefiyle caz orkestrasının şefi arasındaki fark nedir noktasında, caz orkestrasının şefi ekibin içindendir. Enstrümanlardan herhangi birisini çalıyor. Ve o işi yaparken de orkestrayı orkestrayı. Ben de onu uygulamaya çalışıyorum. Yani ekibin içinde hem bir neferim hem de ekibi naçizane yönetmeye çalışıyorum. Burada her şey o kadar kritik ki yani en ufak bir şeyle dengeyi bozmanız mümkün. Her zaman dikkatli her zaman zinde her zaman duyarlı olmanız lazım ki ekibin nabzını iyi tutun ve ona göre çözümler modeller geliştirin. Mutlaka uzlaşı platformu yaratmaya, uzlaşıya ve ortak akla kavuşmaya çalışıyorum.”
YASAL UYARI:
Yayınlanan köşe yazısı ve haberlerin tüm hakları ESM Yayıncılığa aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
İLGİLİ HABERLER
-
DAS Akademie Yeni Eğitim Öğretim Yılına Hazır
-
Yabancı Dil Eğitiminde Yükselen Trend: Almanca
-
Kandilli Koleji Kariyer alanında öğrencilerine yol gösteriyor
-
EN ÇOK İZLENEN İLK 10 SİNEMA FİLMİ BELLİ OLDU
-
YABANCI DİL ÖĞRENİMİNDE 50 KRİTİK SORU
-
Burundan uygulanan sprey aşının insan deneylerine başlanıyor
-
23 yıldır öğrenci ve öğretmenlerin yanında Sadık Uygun Yayınları
-
Okul Tasarımcısı okul duvarlarını yeniden canlandırıyor
-
Uzay Kampı Türkiye, çocukların kendilerini ve dünyayı tanımalarını sağlıyor
-
Boş duvarlar Okul Tasarımcısı ile hayat buluyor