Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.
Anadolu Üniversitesi'nde bir aydır süren kantin boykotunda satışlar durunca kantinci öğrencilerle masaya oturdu, fiyatlar düştü. 9 Nisan da başlayan boykotta öğrenciler yiyecek-içecek getirip dayanışma masaları kurmuştu.
Anadolu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi’nde 9 Nisan’da başlayıp tüm üniversiteye yayılan kantin boykotu öğrencilerin zaferiyle sonuçlandı. Öğrencilerden toplantı isteyen kantin işletmecileri, fiyatları öğrencilerin istediği düzeye indirmeyi kabul etti. Tost fiyatları 2.25 liradan 1.50 liraya, çay 65 kuruştan 50 kuruşa indirildi. Bunun üzerine öğrenciler kantin denetleme komisyonları kurarak boykota bir haftalığına ara verdi.
‘Zorunda mıyız?’
Anadolu Üniversitesi öğrencileri, ürünlerini sağlıksız ve pahalı buldukları kantini boykot kararı aldı. 9 Nisan’da, “Pahalı ve sağlıksız beslenmek zorunda mıyız?” sloganıyla Mimarlık Mühendislik Fakültesi’nde başlayan boykot, önce İletişim ve Edebiyat Fakültesi’ne sıçradı. Ardından da tüm üniversiteye yayıldı. Pek çok akademisyenin de desteğini alan öğrenciler işe kantinleri kendilerine uygun şekilde dizayn etmekle başladı. Her gün evden getirilen yiyeceklerle dayanışma masaları kuruldu. Gün sonlarında yapılan temizliklerle kantinler ertesi güne hazır hale getirildi. Kantinlerde kendi çıkardıkları gazete ve dergilerin stantlarını açan öğrenciler, duvarlara da fotoğrafları yapıştırdı.
1000 imzalı talep dilekçesi
Öğrenciler, anket yapıp kantinlerle ilgili en çok şikâyet edilen noktaları belirleyerek taleplerini netleştirdi. Her hafta sorunlar ve çözümleri tartışıldı. Yiyeceklerdeki kalitenin arttırılması, fiyatların düşmesi, temizliğe önem verilmesi, eğitim öğretim amacı taşımayan reklamların kaldırılması olarak belirlenen talepler, 1000’i aşkın imzayla üniversite yönetimine iletildi. Bir aydır yoğun bir katılımla süren boykot nedeniyle kantinler satış yapamaz hale geldi. Bunun üzerine kantin işletmecileri öğrencilerden toplantı talep etti. 4 Mayıs’ta üniversite yönetiminin de katılımıyla yapılan toplantıda kantin işletmecileri, fiyatları indirmeyi kabul etti. Öğrenciler, tüm fakültelerde kantin denetleme komisyonları kurmaya karar verdi ve boykota bir haftalığına şartlı olarak ara verdiklerini açıkladı. Öğrencilerden oluşan komisyon, bir hafta boyunca tüm kantinleri denetleyecek. Kantin işletmecileri sözlerini tutarsa boykot sona erecek.
Bir hafta deneme
Boykotun sözcülerinden Mühendislik Mimarlık Fakültesi 4. sınıf öğrencisi Ozan Boyraz, “Biz toplantıda isteklerimizin hepsi gerçekleştirilene kadar boykota devam etmeye kararlı olduğumuzu söyledik. Şu anda bir haftalık denetleme sürecine girdik. Bu süreçte sözlerin tutulmadığını ya da rahatsızlıkların giderilmediğini hissedersek boykota devam edeceğiz” dedi.
Kantinde meyve, yoğurt ve çorba satışı başlatılacak.
Tavla ücretsiz, kantinlere satranç takımı temin edilecek.
Gazete standı açılacak.
Cam bardakta çay uygulaması başladı (fiyatı 40 kuruş).
(radikal)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Anadolu Üniversitesi'nde bir aydır süren kantin boykotunda satışlar durunca kantinci öğrencilerle masaya oturdu, fiyatlar düştü. 9 Nisan da başlayan boykotta öğrenciler yiyecek-içecek getirip dayanışma masaları kurmuştu.
Anadolu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi’nde 9 Nisan’da başlayıp tüm üniversiteye yayılan kantin boykotu öğrencilerin zaferiyle sonuçlandı. Öğrencilerden toplantı isteyen kantin işletmecileri, fiyatları öğrencilerin istediği düzeye indirmeyi kabul etti. Tost fiyatları 2.25 liradan 1.50 liraya, çay 65 kuruştan 50 kuruşa indirildi. Bunun üzerine öğrenciler kantin denetleme komisyonları kurarak boykota bir haftalığına ara verdi.
‘Zorunda mıyız?’
Anadolu Üniversitesi öğrencileri, ürünlerini sağlıksız ve pahalı buldukları kantini boykot kararı aldı. 9 Nisan’da, “Pahalı ve sağlıksız beslenmek zorunda mıyız?” sloganıyla Mimarlık Mühendislik Fakültesi’nde başlayan boykot, önce İletişim ve Edebiyat Fakültesi’ne sıçradı. Ardından da tüm üniversiteye yayıldı. Pek çok akademisyenin de desteğini alan öğrenciler işe kantinleri kendilerine uygun şekilde dizayn etmekle başladı. Her gün evden getirilen yiyeceklerle dayanışma masaları kuruldu. Gün sonlarında yapılan temizliklerle kantinler ertesi güne hazır hale getirildi. Kantinlerde kendi çıkardıkları gazete ve dergilerin stantlarını açan öğrenciler, duvarlara da fotoğrafları yapıştırdı.
1000 imzalı talep dilekçesi
Öğrenciler, anket yapıp kantinlerle ilgili en çok şikâyet edilen noktaları belirleyerek taleplerini netleştirdi. Her hafta sorunlar ve çözümleri tartışıldı. Yiyeceklerdeki kalitenin arttırılması, fiyatların düşmesi, temizliğe önem verilmesi, eğitim öğretim amacı taşımayan reklamların kaldırılması olarak belirlenen talepler, 1000’i aşkın imzayla üniversite yönetimine iletildi. Bir aydır yoğun bir katılımla süren boykot nedeniyle kantinler satış yapamaz hale geldi. Bunun üzerine kantin işletmecileri öğrencilerden toplantı talep etti. 4 Mayıs’ta üniversite yönetiminin de katılımıyla yapılan toplantıda kantin işletmecileri, fiyatları indirmeyi kabul etti. Öğrenciler, tüm fakültelerde kantin denetleme komisyonları kurmaya karar verdi ve boykota bir haftalığına şartlı olarak ara verdiklerini açıkladı. Öğrencilerden oluşan komisyon, bir hafta boyunca tüm kantinleri denetleyecek. Kantin işletmecileri sözlerini tutarsa boykot sona erecek.
Bir hafta deneme
Boykotun sözcülerinden Mühendislik Mimarlık Fakültesi 4. sınıf öğrencisi Ozan Boyraz, “Biz toplantıda isteklerimizin hepsi gerçekleştirilene kadar boykota devam etmeye kararlı olduğumuzu söyledik. Şu anda bir haftalık denetleme sürecine girdik. Bu süreçte sözlerin tutulmadığını ya da rahatsızlıkların giderilmediğini hissedersek boykota devam edeceğiz” dedi.
Kantinde meyve, yoğurt ve çorba satışı başlatılacak.
Tavla ücretsiz, kantinlere satranç takımı temin edilecek.
Gazete standı açılacak.
Cam bardakta çay uygulaması başladı (fiyatı 40 kuruş).
(radikal)
Son Güncelleme: Salı, 08 May 2012 10:10
Gösterim: 2327
Sakarya Üniversitesi, kalifiye eleman yetiştirilemediği için iş dünyasının eleştirilerine maruz kalan meslek yüksekokullarıyla ilgili örnek bir uygulamayı hayata geçirdi. Mezun olabilmek için gerekli olan 30 günlük staj şartını 5,5 aya çıkardı. İşletmeler, eylülde başlayacak çalışma için şimdiden öğrenci talebinde bulunmaya başladı.

Sakarya Üniversitesi (SAÜ), meslek yüksekokulu öğrencilerine mezun olabilmeleri için işletmelerde kesintisiz 5,5 ay çalışma şartı getirdi. Daha önce 30 gün staj yapmak için işletme bulamayan öğrencilere şimdi büyük talep var. SAÜ Meslek Yüksekokulları Koordinatörü Doç. Dr. Mehmet Sarıbıyık, uygulamanın eylül ayında başlayacak olmasına rağmen birçok işletmenin kendilerini arayarak çalıştırmak için öğrenci istediklerini belirtiyor.
Meslek yüksekokullarında (MYO) düzenlemeye giden üniversite, 3+1 modelini geliştirdi. 13 okulda devreye giren projede 4 dönem üzerinden verilen eğitimlerin, 3 dönemi okulda teorik ve pratik, bir dönemi ise tamamen işletmelerde uygulamalı eğitim olarak planlandı. Yeni model, öğrencileri başarılı olmaya da zorluyor. Not ortalamasını 1,8'e çıkarmayan öğrenci, işletmelere gönderilmeyecek ve mezun olamayacak. İşletmelere gönderilen öğrencilerin sigortasını okul yapacak. Öğrenciler stajla birlikte toplam 5,5 ay kesintisiz işletmede çalışacak. Bu şekilde hem uygulamalı eğitim alacak hem de bütçesine katkıda bulunacak.
Öğrencilerin yetersiz olan uygulama becerilerini artırmak için yollar aradıklarını belirten Sakarya MYO Müdürü Doç. Dr. Mehmet Sarıbıyık, 3+1 modelinin çıkış noktasını şu sözlerle anlattı: "Önümüzde iki seçenek vardı. İlki okullarda makine teçhizatları kurmak. İkincisi öğrenciyi o makinelerin bulunduğu yerde çalıştırmak. Her okula bu makineleri almak, çalıştırmak ve 5-10 senede yeni teknolojiye göre yenilemek mümkün değildi. Zaten buna da üniversitelerin gücü yetmez. Bu sebeple 'işletmelerin imkânlarını kullanalım' dedim. Hem çocuk yetişsin hem de sanayici nitelikli iş gücü kazansın." Bu düşünceyle 100'ün üstünde işletmeyle görüşerek bölümlerdeki programları günün şartlarına uyarladıklarını ifade eden Sarıbıyık, sanayi, sağlık, hizmet, turizm, gıda ve tarım sektörüne nitelikli iş gücü yetiştirmek için Türkiye'de ilk defa uygulanan 3+1 modelini geliştirdiklerini kaydetti.
Mezuna iş, işletmeye kalifiye eleman formülü
Sakarya Üniversitesi'nin 3+1 modeli önümüzdeki eylül döneminde başlayacak. Ancak şimdiden birçok işletme, üniversiteyi arayarak öğrenci isteğini dile getirmiş. Yeni sistemden hem öğrenci hem de işletmelerin memnun kalacağını belirten Sakarya MYO Müdürü Doç. Dr. Mehmet Sarıbıyık, "İşveren kalifiye eleman, mezun öğrenci de iş arama derdinden kurtulacak. İşletmeler daha şimdiden 'bize eleman verin' diye arıyorlar. Öğrenci, çalıştığı işletmede ihtiyaç olursa belki okul bittikten sonra da çalışmaya devam edecek, iş bulma endişesi yaşamayacak. Ayrıca sezonluk istihdam açıklarını da bu şekilde kapatacaklar." dedi.
Hem öğrenciler, hem işletmeler memnun
Sakarya MYO İnşaat Bölümü öğrencisi Nuray Çelik ve İbrahim Şişman, yeni modelde uygulamalı eğitime uzun bir zaman ayrıldığını belirterek, bunun mesleki tecrübe kazanmaları açısından avantaj sağladığını söylüyor. Makine bölümü öğrencisi Mehmet Yetkin de yeni teknolojik cihazların kullanımını öğrenecekleri için kolay iş bulabileceklerini ifade ediyor. İşletmelerin en büyük sıkıntısının yetişmiş eleman olduğunu belirten Sakarya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Mahmut Kösemusul ise yeni modeli, sektöre kalifiye çalışan yetiştireceği için desteklediklerini dile getiriyor. Projeyi 'kazan-kazan' formülüyle açıklayan Otokar İnsan Kaynakları Yöneticisi Elif Bostancı da projenin faydalarını şöyle özetliyor: "Öğrenci, bir dönem boyunca tam olarak işe konsantre olarak becerilerini geliştirecek. İşletme de gelecekteki insan gücüne yatırım yapmış olacak."
(zaman)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Sakarya Üniversitesi, kalifiye eleman yetiştirilemediği için iş dünyasının eleştirilerine maruz kalan meslek yüksekokullarıyla ilgili örnek bir uygulamayı hayata geçirdi. Mezun olabilmek için gerekli olan 30 günlük staj şartını 5,5 aya çıkardı. İşletmeler, eylülde başlayacak çalışma için şimdiden öğrenci talebinde bulunmaya başladı.

Sakarya Üniversitesi (SAÜ), meslek yüksekokulu öğrencilerine mezun olabilmeleri için işletmelerde kesintisiz 5,5 ay çalışma şartı getirdi. Daha önce 30 gün staj yapmak için işletme bulamayan öğrencilere şimdi büyük talep var. SAÜ Meslek Yüksekokulları Koordinatörü Doç. Dr. Mehmet Sarıbıyık, uygulamanın eylül ayında başlayacak olmasına rağmen birçok işletmenin kendilerini arayarak çalıştırmak için öğrenci istediklerini belirtiyor.
Meslek yüksekokullarında (MYO) düzenlemeye giden üniversite, 3+1 modelini geliştirdi. 13 okulda devreye giren projede 4 dönem üzerinden verilen eğitimlerin, 3 dönemi okulda teorik ve pratik, bir dönemi ise tamamen işletmelerde uygulamalı eğitim olarak planlandı. Yeni model, öğrencileri başarılı olmaya da zorluyor. Not ortalamasını 1,8'e çıkarmayan öğrenci, işletmelere gönderilmeyecek ve mezun olamayacak. İşletmelere gönderilen öğrencilerin sigortasını okul yapacak. Öğrenciler stajla birlikte toplam 5,5 ay kesintisiz işletmede çalışacak. Bu şekilde hem uygulamalı eğitim alacak hem de bütçesine katkıda bulunacak.
Öğrencilerin yetersiz olan uygulama becerilerini artırmak için yollar aradıklarını belirten Sakarya MYO Müdürü Doç. Dr. Mehmet Sarıbıyık, 3+1 modelinin çıkış noktasını şu sözlerle anlattı: "Önümüzde iki seçenek vardı. İlki okullarda makine teçhizatları kurmak. İkincisi öğrenciyi o makinelerin bulunduğu yerde çalıştırmak. Her okula bu makineleri almak, çalıştırmak ve 5-10 senede yeni teknolojiye göre yenilemek mümkün değildi. Zaten buna da üniversitelerin gücü yetmez. Bu sebeple 'işletmelerin imkânlarını kullanalım' dedim. Hem çocuk yetişsin hem de sanayici nitelikli iş gücü kazansın." Bu düşünceyle 100'ün üstünde işletmeyle görüşerek bölümlerdeki programları günün şartlarına uyarladıklarını ifade eden Sarıbıyık, sanayi, sağlık, hizmet, turizm, gıda ve tarım sektörüne nitelikli iş gücü yetiştirmek için Türkiye'de ilk defa uygulanan 3+1 modelini geliştirdiklerini kaydetti.
Mezuna iş, işletmeye kalifiye eleman formülü
Sakarya Üniversitesi'nin 3+1 modeli önümüzdeki eylül döneminde başlayacak. Ancak şimdiden birçok işletme, üniversiteyi arayarak öğrenci isteğini dile getirmiş. Yeni sistemden hem öğrenci hem de işletmelerin memnun kalacağını belirten Sakarya MYO Müdürü Doç. Dr. Mehmet Sarıbıyık, "İşveren kalifiye eleman, mezun öğrenci de iş arama derdinden kurtulacak. İşletmeler daha şimdiden 'bize eleman verin' diye arıyorlar. Öğrenci, çalıştığı işletmede ihtiyaç olursa belki okul bittikten sonra da çalışmaya devam edecek, iş bulma endişesi yaşamayacak. Ayrıca sezonluk istihdam açıklarını da bu şekilde kapatacaklar." dedi.
Hem öğrenciler, hem işletmeler memnun
Sakarya MYO İnşaat Bölümü öğrencisi Nuray Çelik ve İbrahim Şişman, yeni modelde uygulamalı eğitime uzun bir zaman ayrıldığını belirterek, bunun mesleki tecrübe kazanmaları açısından avantaj sağladığını söylüyor. Makine bölümü öğrencisi Mehmet Yetkin de yeni teknolojik cihazların kullanımını öğrenecekleri için kolay iş bulabileceklerini ifade ediyor. İşletmelerin en büyük sıkıntısının yetişmiş eleman olduğunu belirten Sakarya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Mahmut Kösemusul ise yeni modeli, sektöre kalifiye çalışan yetiştireceği için desteklediklerini dile getiriyor. Projeyi 'kazan-kazan' formülüyle açıklayan Otokar İnsan Kaynakları Yöneticisi Elif Bostancı da projenin faydalarını şöyle özetliyor: "Öğrenci, bir dönem boyunca tam olarak işe konsantre olarak becerilerini geliştirecek. İşletme de gelecekteki insan gücüne yatırım yapmış olacak."
(zaman)
Son Güncelleme: Salı, 08 May 2012 09:33
Gösterim: 1668
Milli Eğitim Bakanlığı, 6 Ocak 2011'de Resmi Gazete'de yayımlanan "Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri Yönetmeliği" ile yepyeni bir uygulama başlattı. Ancak bu uygulamanın "suiistimale açık" olduğu da görünüyordu.
Nitekim, yönetmeliğin Resmi Gazete'de yayınlanmasından hemen sonra 2010-2011 Eğitim-Öğretim Yılı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri Teftiş Rehberi'ni yayımladı.
Hem yönetmelik hem de teftiş rehberi bütün ayrıntıları kapsıyordu ve rehabilitasyon merkezi açacak kişilere kaçamak noktaları bırakmıyordu.
Örneğin, yönetmeliğe göre rehabilitasyon merkezleri "özürlü sağlık kurulu raporu düzenlemeye yetkili sağlık kurum veya kuruluşlarınca verilen raporla asgari % 20 özürlü olduğu tespit edilen, özel eğitim değerlendirme kurulları tarafından da eğitsel değerlendirme ve tanılamaları yapılarak destek eğitimi almaları uygun görülen görme, işitme, dil-konuşma, spastik, zihinsel, ortopedik veya ruhsal özürlü olan bireyleri" kapsıyordu.
Rehabilitasyon ve özel eğitim ise şöyle tanımlanıyordu: "Özel eğitim ve rehabilitasyon: Dil-konuşma gelişim güçlüğü ile zihinsel, fiziksel, duyusal, sosyal, duygusal ve davranış problemleri olan özel eğitim gerektiren bireylerin engellilik hâlini ortadan kaldırmak ya da etkilerini en az seviyeye indirmek, yeteneklerini en üst seviyeye çıkarmak ve topluma uyumlarını sağlamak, temel öz bakım becerilerini ve bağımsız yaşam becerilerini geliştirmek amacıyla yapılan çalışmaları" kapsar.
Ve tabii ücret: Öğrenci ücretlerinin tespit ve tahsili, 11 Şubat 2009 tarihli ve 27138 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Özel Öğretim Kurumları Öğrenci ve Kursiyer Ücretleri Tespit ve Tahsil Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda yapılacaktır. Rehabilitasyon merkezlerine öğrenci başına Milli Eğitim Bakanlığı da katkıda bulunacak ve öğrenci başına 200 TL gibi bir miktarı Rehabilitasyon Merkezi'ne verecektir. Rehabilitasyon merkezlerinde Milli Eğitim Bakanlığı'nca destek ve eğitim giderleri karşılanacak gruplar yediye ayrılmıştı: Görme, işitme, dil-konuşma, spastik, zihinsel, ortopedik ve ruhsal özürlüler.
Ellerini ovuşturarak bu işe girenler olacaktı tabii... Para garantiydi, mantar gibi rehabilitasyon merkezleri kurulmaya başlandı. Öğrenci sayısı ne kadar artarsa, devlet desteği de o kadar artacaktı. İlk olay 20 Eylül 2011 tarihinde Şanlıurfa başta olmak üzere 5 il ve 10 ilçede patlak verdi. Bir ihbarı değerlendiren polis özel rehabilitasyon ve eğitim merkezlerine eş zamanlı operasyon düzenledi.
Operasyonda, aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu (kamu görevlileri olmadan bu merkezlerde yolsuzluk yapmak neredeyse imkansızdı çünkü) 50'den fazla kişi devleti zarara uğratma, yolsuzluk, resmi evrakta sahtecilik ve rüşvet suçlarından gözaltına alındı.
Derken, geçtiğimiz ay Edirne'de benzer bir olay yaşandı. Edirne Olay ve Edirne Kent Haber gazetelerinin verdiği habere göre, Edirne polisi MEB Rehberlik ve Araştırma Merkezi ve dört özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine eş zamanlı operasyonlar yaparak bu merkezlerdeki dokümanlara el koydu. Edirne Milli Eğitim Müdürlüğü'ndeki bazı memurların ifadelerine başvuruldu. Rehabilitasyon Araştırma Merkezi'nde (RAM) eğitim gören öğrencilere kötü muamele yapıldığı ortaya çıktı. Ama işin daha vahim tarafı, merkeze hiç gelmediği halde kayıtlı öğrenciler bulunduğu ve bunlar için Milli Eğitim Bakanlığı'ndan ödenek alındığı tespit edildi. Gazeteye göre, Rehabilitasyon Merkezi'ndeki rehber öğretmen C.D. ile Özel Eğitim Öğretmenleri A.T ve H.S. tarafından düzenlenen raporların usulsüz ve bir kuruma menfaat sağlayıcı olduğu belirtiliyor. Konuyla ilgili olarak Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı'nın geniş kapsamlı soruşturma yaptığı öğrenildi. Şanlıurfa, Edirne ve diğer illerdeki bu olaylardan sonra ülke çapında özürlü öğrencilere eğitim ve hizmet vermek üzere kurulan özel rehabilitasyon merkezleri yakın takibe alınacağı belirtiliyor.
(odatv)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milli Eğitim Bakanlığı, 6 Ocak 2011'de Resmi Gazete'de yayımlanan "Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri Yönetmeliği" ile yepyeni bir uygulama başlattı. Ancak bu uygulamanın "suiistimale açık" olduğu da görünüyordu.
Nitekim, yönetmeliğin Resmi Gazete'de yayınlanmasından hemen sonra 2010-2011 Eğitim-Öğretim Yılı Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezleri Teftiş Rehberi'ni yayımladı.
Hem yönetmelik hem de teftiş rehberi bütün ayrıntıları kapsıyordu ve rehabilitasyon merkezi açacak kişilere kaçamak noktaları bırakmıyordu.
Örneğin, yönetmeliğe göre rehabilitasyon merkezleri "özürlü sağlık kurulu raporu düzenlemeye yetkili sağlık kurum veya kuruluşlarınca verilen raporla asgari % 20 özürlü olduğu tespit edilen, özel eğitim değerlendirme kurulları tarafından da eğitsel değerlendirme ve tanılamaları yapılarak destek eğitimi almaları uygun görülen görme, işitme, dil-konuşma, spastik, zihinsel, ortopedik veya ruhsal özürlü olan bireyleri" kapsıyordu.
Rehabilitasyon ve özel eğitim ise şöyle tanımlanıyordu: "Özel eğitim ve rehabilitasyon: Dil-konuşma gelişim güçlüğü ile zihinsel, fiziksel, duyusal, sosyal, duygusal ve davranış problemleri olan özel eğitim gerektiren bireylerin engellilik hâlini ortadan kaldırmak ya da etkilerini en az seviyeye indirmek, yeteneklerini en üst seviyeye çıkarmak ve topluma uyumlarını sağlamak, temel öz bakım becerilerini ve bağımsız yaşam becerilerini geliştirmek amacıyla yapılan çalışmaları" kapsar.
Ve tabii ücret: Öğrenci ücretlerinin tespit ve tahsili, 11 Şubat 2009 tarihli ve 27138 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Özel Öğretim Kurumları Öğrenci ve Kursiyer Ücretleri Tespit ve Tahsil Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda yapılacaktır. Rehabilitasyon merkezlerine öğrenci başına Milli Eğitim Bakanlığı da katkıda bulunacak ve öğrenci başına 200 TL gibi bir miktarı Rehabilitasyon Merkezi'ne verecektir. Rehabilitasyon merkezlerinde Milli Eğitim Bakanlığı'nca destek ve eğitim giderleri karşılanacak gruplar yediye ayrılmıştı: Görme, işitme, dil-konuşma, spastik, zihinsel, ortopedik ve ruhsal özürlüler.
Ellerini ovuşturarak bu işe girenler olacaktı tabii... Para garantiydi, mantar gibi rehabilitasyon merkezleri kurulmaya başlandı. Öğrenci sayısı ne kadar artarsa, devlet desteği de o kadar artacaktı. İlk olay 20 Eylül 2011 tarihinde Şanlıurfa başta olmak üzere 5 il ve 10 ilçede patlak verdi. Bir ihbarı değerlendiren polis özel rehabilitasyon ve eğitim merkezlerine eş zamanlı operasyon düzenledi.
Operasyonda, aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu (kamu görevlileri olmadan bu merkezlerde yolsuzluk yapmak neredeyse imkansızdı çünkü) 50'den fazla kişi devleti zarara uğratma, yolsuzluk, resmi evrakta sahtecilik ve rüşvet suçlarından gözaltına alındı.
Derken, geçtiğimiz ay Edirne'de benzer bir olay yaşandı. Edirne Olay ve Edirne Kent Haber gazetelerinin verdiği habere göre, Edirne polisi MEB Rehberlik ve Araştırma Merkezi ve dört özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine eş zamanlı operasyonlar yaparak bu merkezlerdeki dokümanlara el koydu. Edirne Milli Eğitim Müdürlüğü'ndeki bazı memurların ifadelerine başvuruldu. Rehabilitasyon Araştırma Merkezi'nde (RAM) eğitim gören öğrencilere kötü muamele yapıldığı ortaya çıktı. Ama işin daha vahim tarafı, merkeze hiç gelmediği halde kayıtlı öğrenciler bulunduğu ve bunlar için Milli Eğitim Bakanlığı'ndan ödenek alındığı tespit edildi. Gazeteye göre, Rehabilitasyon Merkezi'ndeki rehber öğretmen C.D. ile Özel Eğitim Öğretmenleri A.T ve H.S. tarafından düzenlenen raporların usulsüz ve bir kuruma menfaat sağlayıcı olduğu belirtiliyor. Konuyla ilgili olarak Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı'nın geniş kapsamlı soruşturma yaptığı öğrenildi. Şanlıurfa, Edirne ve diğer illerdeki bu olaylardan sonra ülke çapında özürlü öğrencilere eğitim ve hizmet vermek üzere kurulan özel rehabilitasyon merkezleri yakın takibe alınacağı belirtiliyor.
(odatv)
Son Güncelleme: Salı, 08 May 2012 09:04
Gösterim: 2133
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, geçtiğimiz cuma günü sivil toplum kuruluşlarının başkanları ve bazı eğitimcileri toplantıya çağırdı. Eğitimciler 66-72 ay konusunda mutabakata vararak, Bakan Ömer Dinçer’den bu yönde kararın bir an önce verilmesini istediler.

Müsteşar Emin Zararsız, Talim Terbiye Kurulu Başkanı Emin Karip, Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabayık’la birlikte üst düzey bürokratlar ve çağrılan 8 sivil toplum temsilcisi “4 +4+ 4”’ü konuştu. SETA Vakfı Eğitim Direktörü Bekir Gür, Dr. Murat Özoğlu, Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Başkanı Cem Gülan, TED’ten Genel Başkan Selçuk Pehlivanoğlu, Genel Müdür Sevinç Atabay, Eğitim Reformu Girişimi Direktörü Prof.Dr. Üstün Ergüder, Koordinatörü Batuhan Aydagül ve uzmanlar toplantıya katıldı.
Yönetmelik çözecek
Saat 10.00’da başlayan toplantı akşam 17.00’ye kadar sürdü. Sivil toplum temsilcileri 4+4+4’te daha çok yaş konusu üzerinde durdu. İlköğretime başlama yaşının düşürülmesinin her kesimde kaosa yol açtığını belirten uzmanlar, başlama yaşının 66 ay sonrasında hatta, 66-72 ay arasında olması gerektiği konusunda ısrar ettiler. Eğitimciler 66-72 ay konusunda mutabakata vararak, Bakan Ömer Dinçer’den bu yönde kararın bir an önce verilmesini istediler. Bakan Dinçer, ise bunun Bakanlar Kurulu’ndan çıktıktan sonra yönetmelikle çözülebileceği mesajını verdi. Eğitimciler, 66 ay öncesinde çocuğu olan ailelerin okul uygun gördüğü takdirde ilköğretime başlayabileceğinin de üzerinde durdular.
Toplantıda yıllık ders saatleri ve ders günleri de tartışıldı. Seçmeli ders saatlerinin dünyadaki örnekleri üzerinde ciddi tartışmaların yapıldığı toplantıda 180 iş gününün yeterli, ama ders saatlerinin ise düşük olduğu görüşü belirtildi. Dünyada ders saatleri arasında teneffüslerde çeşitlilik olduğu, bazı ülkelerin 2 saati üst üste yapıp, yarım saat ara verdiği, Türkiye’de de fiili ders süresi ve kalitesinin arttırılması gerektiği konusunda görüş birliğine varıldı. Seçmeli derslerin de uzun uzun konuşulduğu toplantıda “Ders koymanın değil, nitelikli öğretmenin olması”nın önem taşıdığı belirtildi.
Danışılması çok faydalı
Cem Gülan (Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Başkanı) Milli Eğitim Bakanlığı’nın, biz eğitimcilerin görüşüne başvurması, bizimle ilgili bir konuda bize danışması çok faydalı. Biz de diğer sivil toplum kuruluşları gibi 66 ay sonrasından yanayız. Dünya eğitim sistemlerinin sunumunu izledik.
Görüş alınması sevindirici
Bekir Gür (SETA Vakfı Eğitim Direktörü) Bakanlığın sivil toplum kuruluşlarının görüşünü alması çok sevindirci. Okula başlama yaşı konusunda bütün sivil toplum kuruluşları olarak görüşlerimizi ilettik. Ortak kanaatimiz 67 ay sonrasına zorunluluk getirmesi idi. Bu hem uygulanabilirlik, hem de pedagojik olarak doğru olacak. Zaten şu anda 69 ay sonrasında çocuklar okula kayıt olabiliyor. Böylece birkaç ay öne çekilmiş olacak. Ders saatlerinin arttırılması konusu da gündeme geldi.
66 ay üzerinden yanayız
Selçuk Pehlivanoğlu (TED Genel Başkanı) Bizim ana konu olarak üzerinde durduğumuz okul öncesi verilmiş önem sonucunda kazanılmış başarıların heba edilmemesidir. 72 ay değilse bile 66 ay üzeri bir yaklaşımdan yanayız. Böylece müfredat değişikliğine gerek kalmayacak, kapasite sıkışmayacak. Bir programlama ile nitelik artırımı ders saati artırımı bir programlama ile devreye girmesi gerekiyor.
(hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, geçtiğimiz cuma günü sivil toplum kuruluşlarının başkanları ve bazı eğitimcileri toplantıya çağırdı. Eğitimciler 66-72 ay konusunda mutabakata vararak, Bakan Ömer Dinçer’den bu yönde kararın bir an önce verilmesini istediler.

Müsteşar Emin Zararsız, Talim Terbiye Kurulu Başkanı Emin Karip, Temel Eğitim Genel Müdürü Funda Kocabayık’la birlikte üst düzey bürokratlar ve çağrılan 8 sivil toplum temsilcisi “4 +4+ 4”’ü konuştu. SETA Vakfı Eğitim Direktörü Bekir Gür, Dr. Murat Özoğlu, Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Başkanı Cem Gülan, TED’ten Genel Başkan Selçuk Pehlivanoğlu, Genel Müdür Sevinç Atabay, Eğitim Reformu Girişimi Direktörü Prof.Dr. Üstün Ergüder, Koordinatörü Batuhan Aydagül ve uzmanlar toplantıya katıldı.
Yönetmelik çözecek
Saat 10.00’da başlayan toplantı akşam 17.00’ye kadar sürdü. Sivil toplum temsilcileri 4+4+4’te daha çok yaş konusu üzerinde durdu. İlköğretime başlama yaşının düşürülmesinin her kesimde kaosa yol açtığını belirten uzmanlar, başlama yaşının 66 ay sonrasında hatta, 66-72 ay arasında olması gerektiği konusunda ısrar ettiler. Eğitimciler 66-72 ay konusunda mutabakata vararak, Bakan Ömer Dinçer’den bu yönde kararın bir an önce verilmesini istediler. Bakan Dinçer, ise bunun Bakanlar Kurulu’ndan çıktıktan sonra yönetmelikle çözülebileceği mesajını verdi. Eğitimciler, 66 ay öncesinde çocuğu olan ailelerin okul uygun gördüğü takdirde ilköğretime başlayabileceğinin de üzerinde durdular.
Toplantıda yıllık ders saatleri ve ders günleri de tartışıldı. Seçmeli ders saatlerinin dünyadaki örnekleri üzerinde ciddi tartışmaların yapıldığı toplantıda 180 iş gününün yeterli, ama ders saatlerinin ise düşük olduğu görüşü belirtildi. Dünyada ders saatleri arasında teneffüslerde çeşitlilik olduğu, bazı ülkelerin 2 saati üst üste yapıp, yarım saat ara verdiği, Türkiye’de de fiili ders süresi ve kalitesinin arttırılması gerektiği konusunda görüş birliğine varıldı. Seçmeli derslerin de uzun uzun konuşulduğu toplantıda “Ders koymanın değil, nitelikli öğretmenin olması”nın önem taşıdığı belirtildi.
Danışılması çok faydalı
Cem Gülan (Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği Başkanı) Milli Eğitim Bakanlığı’nın, biz eğitimcilerin görüşüne başvurması, bizimle ilgili bir konuda bize danışması çok faydalı. Biz de diğer sivil toplum kuruluşları gibi 66 ay sonrasından yanayız. Dünya eğitim sistemlerinin sunumunu izledik.
Görüş alınması sevindirici
Bekir Gür (SETA Vakfı Eğitim Direktörü) Bakanlığın sivil toplum kuruluşlarının görüşünü alması çok sevindirci. Okula başlama yaşı konusunda bütün sivil toplum kuruluşları olarak görüşlerimizi ilettik. Ortak kanaatimiz 67 ay sonrasına zorunluluk getirmesi idi. Bu hem uygulanabilirlik, hem de pedagojik olarak doğru olacak. Zaten şu anda 69 ay sonrasında çocuklar okula kayıt olabiliyor. Böylece birkaç ay öne çekilmiş olacak. Ders saatlerinin arttırılması konusu da gündeme geldi.
66 ay üzerinden yanayız
Selçuk Pehlivanoğlu (TED Genel Başkanı) Bizim ana konu olarak üzerinde durduğumuz okul öncesi verilmiş önem sonucunda kazanılmış başarıların heba edilmemesidir. 72 ay değilse bile 66 ay üzeri bir yaklaşımdan yanayız. Böylece müfredat değişikliğine gerek kalmayacak, kapasite sıkışmayacak. Bir programlama ile nitelik artırımı ders saati artırımı bir programlama ile devreye girmesi gerekiyor.
(hürriyet)
Son Güncelleme: Salı, 08 May 2012 09:19
Gösterim: 2857
Sınavlara girişte kimlik olarak sadece nüfus cüzdanı ve pasaport dışındaki belgeleri kabul etmeyen ÖSYM'ye idare mahkemesinden "dur" kararı çıktı.
Hürriyet Gazetesi'nden Nurettin Kurt'un haberine göre, mahkeme nufüs müdürlüğünden alınan belgeyi geçerli saymayan ÖSYM’yi haksız buldu ve iptal edilen sınavın geçerli kılınması yönünde örnek bir karar verdi. Polis meslek yüksekokulu sınavına girmek için geçen yıl, İstanbul’dan memleketi Sivas’a giden Çağrı Murat Özdemir, otobüs terminalinde cüzdanını kaybetti. Durumu polise haber veren Özdemir, karakolda tutanağın tutulmasının ardından kayıtlı olduğu muhtardan fotoğraflı nüfus cüzdanı belgesi alarak Sivas Nüfus Müdürlüğü’nde nüfus cüzdanı çıkarmak istedi. Ancak sistem arızalı olduğu için yeni nufüs cüzdanı çıkarılamadı. Görevliler, Özdemir’e fotoğraflı nüfus cüzdanı kayıt örneği verip altına da “Sistemin çalışmaması nedeniyle nüfus cüzdanının çıkarılamadığı” notu yazdılar.
Özdemir, emniyet tutanağı ve nüfus müdürlüğünden alınan fotoğraflı nüfus cüzdanı belgelerini sunarak sınava girmek istedi. Ancak sınav sorumlusu, Ankara’daki ÖSYM merkezi ile görüştükten sonra Özdemir’i, bu belgelere sınava soktu. Özdemir, sonucu görmek için ÖSYM’nin internet sitesine giriş yaptığında “Sınavınız geçersizdir” ibaresi ile karşılaştı. Şok olan Özdemir, ÖSYM’ye sınavının geçersiz sayılmasının gerekçesini sordu. ÖSYM, adayların sınava sadece giriş belgesi, nüfus cüzdanı ya da pasaport ile girebileceklerini belirterek, “Bunun dışında merkezimizce hakkınızda yapılabilecek herhangi bir işlem bulunmamaktadır” yanıtını verdi.
Mahkeme, ‘hukuka ve hakkaniyete aykırı’ dedi
Özdemir, bu gelişme üzerine avukatı Oğuz Kaan Doğan aracılığıyla Ankara 5. İdare Mahkemesinde dava açtı. Yargılama esnasında önce yürütmeyi durdurma kararı veren mahkeme, ardından verdiği kararla Özdemir’i haklı buldu. Mahkeme gerekçeli kararı özetle şöyle:
“Uyuşmazlık konusu olayda davacının sınavdan bir gün önce nüfus cüzdanını kaybettiği, Nüfus Müdürlüğü’nün bilgisayar sistemindeki arızadan dolayı da kendisine nüfus cüzdanı düzenlenemediği ve Nüfus Müdürlüğü’nce onaylanan fotoğraflı nüfus cüzdanı suretiyle sınava katıldığı gözönüne alındığında, durumunun mücbir sebep olarak kabul edilmesi gerektiği, kaldı ki sınav görevlilerince durumun sorun oluşturmayacağı kanaatine varılarak ve sınavının iptal edileceğine ilişkin herhangi bir uyarı yapılmadan sınava alınmasının davacıda haklı beklenti yarattığının da açık olması nedeniyle sonradan sınav sonucunun geçersiz sayılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmamıştır.”
‘Kayıt yaptırıp, tazminat açacağız’
Özdemir’in avukatı Doğan, müvekkilinin bir yıl gecikmeli olarak temmuz ayında Yozgat Polis okuluna kayıt yaptıracağını belirterek, “Bir yıllık gecikmeden doğan maddi ve manevi kayıp için tazminat davası açacaklarını bildirdi.
(hürriyet)
Üst Kategori: ROOT Kategori: Gündem
Sınavlara girişte kimlik olarak sadece nüfus cüzdanı ve pasaport dışındaki belgeleri kabul etmeyen ÖSYM'ye idare mahkemesinden "dur" kararı çıktı.
Hürriyet Gazetesi'nden Nurettin Kurt'un haberine göre, mahkeme nufüs müdürlüğünden alınan belgeyi geçerli saymayan ÖSYM’yi haksız buldu ve iptal edilen sınavın geçerli kılınması yönünde örnek bir karar verdi. Polis meslek yüksekokulu sınavına girmek için geçen yıl, İstanbul’dan memleketi Sivas’a giden Çağrı Murat Özdemir, otobüs terminalinde cüzdanını kaybetti. Durumu polise haber veren Özdemir, karakolda tutanağın tutulmasının ardından kayıtlı olduğu muhtardan fotoğraflı nüfus cüzdanı belgesi alarak Sivas Nüfus Müdürlüğü’nde nüfus cüzdanı çıkarmak istedi. Ancak sistem arızalı olduğu için yeni nufüs cüzdanı çıkarılamadı. Görevliler, Özdemir’e fotoğraflı nüfus cüzdanı kayıt örneği verip altına da “Sistemin çalışmaması nedeniyle nüfus cüzdanının çıkarılamadığı” notu yazdılar.
Özdemir, emniyet tutanağı ve nüfus müdürlüğünden alınan fotoğraflı nüfus cüzdanı belgelerini sunarak sınava girmek istedi. Ancak sınav sorumlusu, Ankara’daki ÖSYM merkezi ile görüştükten sonra Özdemir’i, bu belgelere sınava soktu. Özdemir, sonucu görmek için ÖSYM’nin internet sitesine giriş yaptığında “Sınavınız geçersizdir” ibaresi ile karşılaştı. Şok olan Özdemir, ÖSYM’ye sınavının geçersiz sayılmasının gerekçesini sordu. ÖSYM, adayların sınava sadece giriş belgesi, nüfus cüzdanı ya da pasaport ile girebileceklerini belirterek, “Bunun dışında merkezimizce hakkınızda yapılabilecek herhangi bir işlem bulunmamaktadır” yanıtını verdi.
Mahkeme, ‘hukuka ve hakkaniyete aykırı’ dedi
Özdemir, bu gelişme üzerine avukatı Oğuz Kaan Doğan aracılığıyla Ankara 5. İdare Mahkemesinde dava açtı. Yargılama esnasında önce yürütmeyi durdurma kararı veren mahkeme, ardından verdiği kararla Özdemir’i haklı buldu. Mahkeme gerekçeli kararı özetle şöyle:
“Uyuşmazlık konusu olayda davacının sınavdan bir gün önce nüfus cüzdanını kaybettiği, Nüfus Müdürlüğü’nün bilgisayar sistemindeki arızadan dolayı da kendisine nüfus cüzdanı düzenlenemediği ve Nüfus Müdürlüğü’nce onaylanan fotoğraflı nüfus cüzdanı suretiyle sınava katıldığı gözönüne alındığında, durumunun mücbir sebep olarak kabul edilmesi gerektiği, kaldı ki sınav görevlilerince durumun sorun oluşturmayacağı kanaatine varılarak ve sınavının iptal edileceğine ilişkin herhangi bir uyarı yapılmadan sınava alınmasının davacıda haklı beklenti yarattığının da açık olması nedeniyle sonradan sınav sonucunun geçersiz sayılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka ve hakkaniyete uyarlık bulunmamıştır.”
‘Kayıt yaptırıp, tazminat açacağız’
Özdemir’in avukatı Doğan, müvekkilinin bir yıl gecikmeli olarak temmuz ayında Yozgat Polis okuluna kayıt yaptıracağını belirterek, “Bir yıllık gecikmeden doğan maddi ve manevi kayıp için tazminat davası açacaklarını bildirdi.
(hürriyet)
Son Güncelleme: Pazartesi, 07 May 2012 17:29
Gösterim: 1935
          
	        
