Aradığınız sayfa bulunamıyor, lütfen kategori listesinden ulaşmayı deneyiniz.

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporu’na göre, Türkiye’de öğretmenler dünya ortalamasının üzerinde çalışıyor. Ayrıca rapora göre Türkiye’de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gelişmiş ülkelere göre fazla

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Bu rapor göz önüne alındığında ülkemizdeki öğretmenlerin dünya ortalamasının üstünde çalıştığı ve bir o kadar da az kazandığı gözler önüne seriliyor. Ayrıca Türkiye’de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, hiç de iç açıcı olmayan yeni bir tablo ortaya çıkıyor.

 

24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Türkiye

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün yaklaştığı şu günlerde OECD tarafından açıklanan 2012 Raporu ülke gündemine adeta damgasını vurdu. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in raporda görüldüğü üzere;  öğretmenlerimiz OECD ortalamasının altında çalışıyor değerlendirmesi karşısında eğitim camiası tepkisiz kalmadı. Öğretmenlerimizin mevcut durumunu gözler önüne sermek adına raporda yer alan verileri ve eğitimcilerimizin ülke çapında mevcut çalışma koşullarını rakamlarla sunuyoruz.

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporuna göre; Türkiye’de öğretmenlerin yıllık toplam çalışma saati 1816 iken, OECD ülkelerinin ortalaması 1678 saat. Buna rağmen ülkemizde öğretmenlerin aldığı ücretler dünyadaki meslektaşlarına oranla daha düşük.  OECD ülkeleri ortalamasına göre ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 28 bin 523 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 45 bin 100 dolar kazanıyor. Kanada’da ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 34 bin 443 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 54 bin 978 dolar; Danimarka’da ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 43 bin 393 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 50 bin 253 dolar; İngiltere’de ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 30 bin 204 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 44 bin 145 dolar kazanıyor.

Ülkemizde öğretmen maaşları yıllık 11 bin 800 dolar ile 13 bin 800 dolar arasında değişiyor. Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan her ne kadar aksini iddia etse de, OECD ülkeleri içinde öğretmenleri en çok çalışan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye’de öğretmenler, OECD ortalamasına göre 141 saat daha fazla çalışıyor. 

Eğitimde 4+4+4 modeline geçilmesiyle okulöncesi çağdaki 60-71 ay arasındaki çocukların ilkokula alınması, sınıfların aşırı kalabalık olması, seçmeli ders sayısında ve ders saatlerindeki artış gibi çok sayıda sorun nedeniyle öğretmenlerin yıllık çalışma saatlerinin bu yıldan itibaren belirgin bir şekilde artması kaçınılmaz. Dahası, öğretmenlerin yüzde 80’i geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda kalıyor. Öğretmenlerin bugünkü çalışma koşulları ve aldıkları maaşlarla kendilerini mesleki olarak yetiştirmeleri ve geliştirmeleri mümkün gibi gözükmüyor. Bu öğrenciler yani hizmet alan taraf bakımından da büyük bir sorun. Öğretmenin kendini geliştireceği ve kişisel ihtiyaçlarını yeterince karşılayabileceği bir boş zaman alanı, kendisinin ve ailesinin insanca yaşayabileceği bir ücret seviyesi olmadığı sürece, öğrencilerine nitelikli bir aktarımda bulunması da zorlaşıyor.

Ülkelere Göre Öğretmenlerin Toplam Zorunlu Çalışma Saatleri (Yıllık)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak: OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporu, sayfa: 481.

TÜRKİYE ÖĞRETMEN BAŞINA DÜŞEN ÖĞRENCİ SAYISI İLE DÜNYA İLKLERİNDE

MEB verilerine göre 2011-2012 eğitim-öğretim yılında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 20, ortaöğretimde 16. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı İstanbul’da ilköğretimde 26, ortaöğretimde 20; Gaziantep’te ilköğretimde 27, ortaöğretimde 22; Şanlıurfa’da ilköğretimde 32, ortaöğretimde 24; Şırnak’ta ilköğretimde 26, ortaöğretimde 22.

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporunu incelediğimizde; öğretmen başına düşen öğrenci sayısında OECD ülkeleri ortalaması ilköğretimde 15.8, ortaöğretimde 13,8. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı Lüksemburg’da ilköğretimde 10.1, ortaöğretimde 9.1; Avusturya’da ilköğretimde 12.2, ortaöğretimde 9.6; İsveç’te ilköğretimde 11.7, ortaöğretimde 12.3; Almanya’da ilköğretimde 16.7, ortaöğretimde 14.4. OECD ülkeleri baz alındığında ise ülkemizde öğretmen açığı ilköğretimde 140 bin 566; ortaöğretimde 40 bin 709 olmak üzere toplam 181 bin 275.

Ancak burada şu önemli hususun gözden kaçırılmaması gerekiyor: Yukarıdaki hesapta verilen, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ülkemizde toptan hesaplanmış. Yani bir ildeki toplam öğrenci sayısı öğretmen sayısında bölünerek veri elde edilmiştir. Ancak bu sonuçlar, özelde okullarımızın yaşadığı gerçeği yansıtmıyor. Bırakın kırsal bölgeleri, büyük metropollerimizin büyük çoğunluğunda dahi öğretmenlerimiz 30-35 kişilik sınıf mevcutlarını gördüklerinde mutlu oluyor. Ülkemizde halen binlerce okulumuzda birleştirilmiş sınıf uygulaması devam ediyor. 

250 BİN MEZUN ATAMA BEKLİYOR

Eğitim fakülteleri her yıl 50 binin üzerinde kişiyi mezun ediyor. 2005 yılında mezun sayısı 44 bin iken KPSS’ye müracaat eden işsiz öğretmen sayısı 173 bin olmuş. 2009 yılında mezun sayısı 49 bine, KPSS’ye müracaat edenlerin sayısı 244 bine çıkmıştır. 2010 yılında mezun sayısı 50 bini aşmış, 2010 KPSS-Eğitim Bilimleri sınavı için başvuran işsiz öğretmenlerin sayısı 280 bini bulmuştur. 2011 yılında sadece eğitim fakültelerinden mezun sayısı 55 bin olurken, KPSS-Eğitim Bilimleri sınavına giren işsiz öğretmenlerin sayısı 264 bin. 2003’te KPSS’ye 127 bin 973 kişi girmesine karşın, 2011’de bu sayı 264 bine çıkmıştır. Son 10 yılda KPSS’ye giren işsiz öğretmen sayısı 1 milyon 835 bin 290’a ulaşmıştır. 2011–2012 itibariyle eğitim fakültelerine 60 bine yakın yeni kayıt yapılırken, aynı dönemde okuyan öğrencilerin sayısı 257 bin 738.

50 BİN ÖĞRETMEN DERSHANELERDE ÇALIŞIYOR

TOBB Türkiye Eğitim Meclisi Sektör Raporuna göre özel dershanelerde 50 bin 209 öğretmenimiz çalışıyor. Son 12 yılda sayıları hızla artan dershaneler 70 bin kişilik istihdama ulaşmış durumda. Başbakan Erdoğan’ın kapatılacağını açıkladığı dersanelerin cirosu 1.8 milyar lira. Dershane sektöründe öğrenci sayısı da 1 milyon 234 bin. Araştırmaya göre sektörün ekonomideki payı, rakamsal olarak düşük olmakla birlikte verimlilik, maliyetler, istihdam ve kalite bakımından önemli nitelikte bulunuyor. Rapora göre, özel dershaneler 1 yılda, 50 bin 209 öğretmene 482 milyon 6 bin 400 lira maaş ödendi. Buna göre, özel sektör tarafından devlete, maaşların yıllık vergi ve SSK tutarı olarak öğretmenler için 289 milyon 203 bin 840 lira, ödendi.

OECD RAPORUNA BAKANLIK YORUMU

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, öğretmenlerin OECD ortalamasının altında çalıştığını söyledi.  Dinçer, Türkiye’deki ilköğretim öğretmenlerin yıllık 870 saatlerini okulda geçirdiğini belirterek, bu rakamın OECD ortalamasının 312 saat altında olduğunu bildirdi. CHP Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan’ın soru önergesini yanıtlayan Dinçer, Türkiye’deki öğretmenlerin yasal çalışma süresinin 1808 olduğu ve OECD ortalamasının 143 saat üzerinde olduğunun belirlenmesine karşın, bu rakamın memurların çalışma saatini gösterdiğini belirtti. Öğretmenlerin çalışma süreleri incelenirken memurların yasal çalışma süresi yerine yıllık net öğretim süresi ve öğretmenin okulda geçirmesi gereken sürenin göz önüne alınması gerektiğini öne süren Dinçer, “Ülkemizde 180 iş günü veya 38 hafta olan bir eğitim öğretim yılında saat olarak net öğretim süresi ilköğretimde 639, ortaöğretimde ise 567’dir.  Bu rakamlar OECD ülkeleri genelinde devlet okullarındaki ortalamanın altında bulunmaktadır” dedi.

Eğitimtercihi

> Türkiye'de öğretmenler ortalamanın üzerinde çalışıyor

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporu’na göre, Türkiye’de öğretmenler dünya ortalamasının üzerinde çalışıyor. Ayrıca rapora göre Türkiye’de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gelişmiş ülkelere göre fazla

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Bu rapor göz önüne alındığında ülkemizdeki öğretmenlerin dünya ortalamasının üstünde çalıştığı ve bir o kadar da az kazandığı gözler önüne seriliyor. Ayrıca Türkiye’de öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, hiç de iç açıcı olmayan yeni bir tablo ortaya çıkıyor.

 

24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Türkiye

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün yaklaştığı şu günlerde OECD tarafından açıklanan 2012 Raporu ülke gündemine adeta damgasını vurdu. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in raporda görüldüğü üzere;  öğretmenlerimiz OECD ortalamasının altında çalışıyor değerlendirmesi karşısında eğitim camiası tepkisiz kalmadı. Öğretmenlerimizin mevcut durumunu gözler önüne sermek adına raporda yer alan verileri ve eğitimcilerimizin ülke çapında mevcut çalışma koşullarını rakamlarla sunuyoruz.

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporuna göre; Türkiye’de öğretmenlerin yıllık toplam çalışma saati 1816 iken, OECD ülkelerinin ortalaması 1678 saat. Buna rağmen ülkemizde öğretmenlerin aldığı ücretler dünyadaki meslektaşlarına oranla daha düşük.  OECD ülkeleri ortalamasına göre ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 28 bin 523 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 45 bin 100 dolar kazanıyor. Kanada’da ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 34 bin 443 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 54 bin 978 dolar; Danimarka’da ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 43 bin 393 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 50 bin 253 dolar; İngiltere’de ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 30 bin 204 dolar, en üst derecedeki bir öğretmen yılda 44 bin 145 dolar kazanıyor.

Ülkemizde öğretmen maaşları yıllık 11 bin 800 dolar ile 13 bin 800 dolar arasında değişiyor. Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan her ne kadar aksini iddia etse de, OECD ülkeleri içinde öğretmenleri en çok çalışan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye’de öğretmenler, OECD ortalamasına göre 141 saat daha fazla çalışıyor. 

Eğitimde 4+4+4 modeline geçilmesiyle okulöncesi çağdaki 60-71 ay arasındaki çocukların ilkokula alınması, sınıfların aşırı kalabalık olması, seçmeli ders sayısında ve ders saatlerindeki artış gibi çok sayıda sorun nedeniyle öğretmenlerin yıllık çalışma saatlerinin bu yıldan itibaren belirgin bir şekilde artması kaçınılmaz. Dahası, öğretmenlerin yüzde 80’i geçinebilmek için ek iş yapmak zorunda kalıyor. Öğretmenlerin bugünkü çalışma koşulları ve aldıkları maaşlarla kendilerini mesleki olarak yetiştirmeleri ve geliştirmeleri mümkün gibi gözükmüyor. Bu öğrenciler yani hizmet alan taraf bakımından da büyük bir sorun. Öğretmenin kendini geliştireceği ve kişisel ihtiyaçlarını yeterince karşılayabileceği bir boş zaman alanı, kendisinin ve ailesinin insanca yaşayabileceği bir ücret seviyesi olmadığı sürece, öğrencilerine nitelikli bir aktarımda bulunması da zorlaşıyor.

Ülkelere Göre Öğretmenlerin Toplam Zorunlu Çalışma Saatleri (Yıllık)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak: OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporu, sayfa: 481.

TÜRKİYE ÖĞRETMEN BAŞINA DÜŞEN ÖĞRENCİ SAYISI İLE DÜNYA İLKLERİNDE

MEB verilerine göre 2011-2012 eğitim-öğretim yılında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 20, ortaöğretimde 16. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı İstanbul’da ilköğretimde 26, ortaöğretimde 20; Gaziantep’te ilköğretimde 27, ortaöğretimde 22; Şanlıurfa’da ilköğretimde 32, ortaöğretimde 24; Şırnak’ta ilköğretimde 26, ortaöğretimde 22.

OECD Bir Bakışta Eğitim 2012 Raporunu incelediğimizde; öğretmen başına düşen öğrenci sayısında OECD ülkeleri ortalaması ilköğretimde 15.8, ortaöğretimde 13,8. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı Lüksemburg’da ilköğretimde 10.1, ortaöğretimde 9.1; Avusturya’da ilköğretimde 12.2, ortaöğretimde 9.6; İsveç’te ilköğretimde 11.7, ortaöğretimde 12.3; Almanya’da ilköğretimde 16.7, ortaöğretimde 14.4. OECD ülkeleri baz alındığında ise ülkemizde öğretmen açığı ilköğretimde 140 bin 566; ortaöğretimde 40 bin 709 olmak üzere toplam 181 bin 275.

Ancak burada şu önemli hususun gözden kaçırılmaması gerekiyor: Yukarıdaki hesapta verilen, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ülkemizde toptan hesaplanmış. Yani bir ildeki toplam öğrenci sayısı öğretmen sayısında bölünerek veri elde edilmiştir. Ancak bu sonuçlar, özelde okullarımızın yaşadığı gerçeği yansıtmıyor. Bırakın kırsal bölgeleri, büyük metropollerimizin büyük çoğunluğunda dahi öğretmenlerimiz 30-35 kişilik sınıf mevcutlarını gördüklerinde mutlu oluyor. Ülkemizde halen binlerce okulumuzda birleştirilmiş sınıf uygulaması devam ediyor. 

250 BİN MEZUN ATAMA BEKLİYOR

Eğitim fakülteleri her yıl 50 binin üzerinde kişiyi mezun ediyor. 2005 yılında mezun sayısı 44 bin iken KPSS’ye müracaat eden işsiz öğretmen sayısı 173 bin olmuş. 2009 yılında mezun sayısı 49 bine, KPSS’ye müracaat edenlerin sayısı 244 bine çıkmıştır. 2010 yılında mezun sayısı 50 bini aşmış, 2010 KPSS-Eğitim Bilimleri sınavı için başvuran işsiz öğretmenlerin sayısı 280 bini bulmuştur. 2011 yılında sadece eğitim fakültelerinden mezun sayısı 55 bin olurken, KPSS-Eğitim Bilimleri sınavına giren işsiz öğretmenlerin sayısı 264 bin. 2003’te KPSS’ye 127 bin 973 kişi girmesine karşın, 2011’de bu sayı 264 bine çıkmıştır. Son 10 yılda KPSS’ye giren işsiz öğretmen sayısı 1 milyon 835 bin 290’a ulaşmıştır. 2011–2012 itibariyle eğitim fakültelerine 60 bine yakın yeni kayıt yapılırken, aynı dönemde okuyan öğrencilerin sayısı 257 bin 738.

50 BİN ÖĞRETMEN DERSHANELERDE ÇALIŞIYOR

TOBB Türkiye Eğitim Meclisi Sektör Raporuna göre özel dershanelerde 50 bin 209 öğretmenimiz çalışıyor. Son 12 yılda sayıları hızla artan dershaneler 70 bin kişilik istihdama ulaşmış durumda. Başbakan Erdoğan’ın kapatılacağını açıkladığı dersanelerin cirosu 1.8 milyar lira. Dershane sektöründe öğrenci sayısı da 1 milyon 234 bin. Araştırmaya göre sektörün ekonomideki payı, rakamsal olarak düşük olmakla birlikte verimlilik, maliyetler, istihdam ve kalite bakımından önemli nitelikte bulunuyor. Rapora göre, özel dershaneler 1 yılda, 50 bin 209 öğretmene 482 milyon 6 bin 400 lira maaş ödendi. Buna göre, özel sektör tarafından devlete, maaşların yıllık vergi ve SSK tutarı olarak öğretmenler için 289 milyon 203 bin 840 lira, ödendi.

OECD RAPORUNA BAKANLIK YORUMU

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, öğretmenlerin OECD ortalamasının altında çalıştığını söyledi.  Dinçer, Türkiye’deki ilköğretim öğretmenlerin yıllık 870 saatlerini okulda geçirdiğini belirterek, bu rakamın OECD ortalamasının 312 saat altında olduğunu bildirdi. CHP Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan’ın soru önergesini yanıtlayan Dinçer, Türkiye’deki öğretmenlerin yasal çalışma süresinin 1808 olduğu ve OECD ortalamasının 143 saat üzerinde olduğunun belirlenmesine karşın, bu rakamın memurların çalışma saatini gösterdiğini belirtti. Öğretmenlerin çalışma süreleri incelenirken memurların yasal çalışma süresi yerine yıllık net öğretim süresi ve öğretmenin okulda geçirmesi gereken sürenin göz önüne alınması gerektiğini öne süren Dinçer, “Ülkemizde 180 iş günü veya 38 hafta olan bir eğitim öğretim yılında saat olarak net öğretim süresi ilköğretimde 639, ortaöğretimde ise 567’dir.  Bu rakamlar OECD ülkeleri genelinde devlet okullarındaki ortalamanın altında bulunmaktadır” dedi.

Eğitimtercihi

Son Güncelleme: Pazartesi, 19 Kasım 2012 15:59

Gösterim: 4440

Ülkemizde öğretmenlerimizin sayısız sorunla boğuştuğunu belirten Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, öğretmenlerin yaşadığı en büyük sorunun ‘güvencesizlik’ olduğunu  belirtti

Ülkemizde öğretmenlerimizin sayısız sorunla boğuştuğunu belirten Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, “Öğretmenin ucuza ve güvencesiz çalışmasını ilke edinen ve bugüne kadar süregelen politikalar,  AKP hükümeti ve MEB tarafından da benimsenip, sürdürülüyor. Eğitim sistemi içinde iş güvencesiz olarak çalışma yaygınlaştırılarak; ücretli, vekil öğretmenler, dershane öğretmenleri gibi her türlü mali, sosyal ve özlük haklarından yoksun güvencesiz eğitim emekçisi kitlesi yaratıldı” dedi.  

Öğretmenlerin en büyük sorunu: Güvencesizlik

Güvencesizlik öğretmenlerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün yaklaştığı şu günlerde, Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, eğitim sisteminin en temel sorunlarının başında gelen güvencesiz ve esnek çalışma modelinin öğretmenlerimizi yıprattığını, ücretli öğretmenliğe razı etmek için ise işsizliğin bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürdüğünü söylüyor.

Öğretmenlerimizin öncelikli sorunları arasında ilk 5 sırada neler yer alır?

Ülkemizde öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin içinde olduğu sayısız sorun bulunuyor. Bunların çoğu da “yapısal” diye nitelendirebileceğimiz sorunlar. Sorunuz doğrultusunda bunları 5 başlık altında gruplandırabilirim. Öncelikle, güvencesiz ve esnek çalışma öğretmenlerin başında Demokles’in kılıcı misali sallanıyor.  Güvencesiz çalışmaya, örneğin ücretli öğretmenliğe razı etmek için işsizlik bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürüyor. Atamalar ve öğretmen işsizliği bunla da ilişkili olarak, özellikle de genç öğretmenleri intihara değin sürükleyen ikinci sorun olarak karşımızda. Eğitime yapılan yatırımların azlığı ise tüm eğitim bileşenleri kadar öğretmenler için de önemli bir sorun.  Öğretmenler, Bakanlık tarafından görev yaptıkları okula kaynak yaratmak zorunda olan kişiler olarak görülüyor.  Öğretmen okuldaki maddi ve akademik eksikliklerin sorumlusu olarak gösteriliyor, öğretmenden kendisini aşan sorunlara çözüm bulması bekleniyor.  Bu da bir diğer sorun başlığı olan öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırılması ile yakından ilişkili. Bakanlık politikası öğretmeni performansa dayalı olarak çalışmaya, öğrenci başarısızlığının yegâne kaynağı olarak göstermeye devam ettikçe, öğretmene şiddet olarak geri dönen itibarsızlaştırma süreci devam edecek. Öğretmenler tüm bu sorunların içinde bir de düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalışıyorlar.  Bu da öğretmenin mesleğini rahat bir biçimde, öğrencilere en yararlı olabilecek şekilde yapmasının önünde önemli engel teşkil eden bir sorun.

Atama sorunu sizce nasıl çözülür?

Bu sorunu yaratan aslında öğretmenin ucuza ve güvencesiz çalışmasını ilke edinen ve bugüne kadar süregelen politikalar.  AKP hükümeti ve MEB tarafından da benimsenin bu politikalar varlığını sürdürdükçe bu kangrenden kurtulamayız. Bugün 300 bini aşkın ataması yapılmamış öğretmen bulunması “fırsata çevirerek” ücretli öğretmenlik uygulamasını bütün illerde, özellikle yoksul, emekçi ailelerin yaşadığı şehir ve semtlerde yaygınlaştırılıyor. Eğitim sistemi içinde özlük haklarından yoksun olarak çalıştırılan büyük bir güvencesiz eğitim emekçisi kitlesi yaratıldı. 

KPSS KALDIRILMALI!

Sorunun çözümü bizim açımızdan net. Okullara insanca ve sağlıklı koşullarda eğitim yapılabilmesine yetecek sayıda öğretmen atanması, ücretli öğretmenlik uygulamasının kaldırılarak, öğretmenlerin iş güvencesini temel alan bir model çerçevesinde istihdam edilmeleri ve böylece okullarda nitelikli eğitim hizmetinin üretilebilmesi. Bunun için KPSS’nin kaldırılarak atama bekleyen tüm öğretmenlerimizin güvenceli koşullarda istihdam edilmesi, öğretmen yetiştirme ve istihdam politikalarının mezunların iş güvencesi esas alınarak yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Gündemde olan yeni yükseköğretim yasa tasarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle henüz bir yasa tasarısı söz konusu değil. Elimizdeki sadece genel gerekçeyi andıran bir çerçeve metin. Metin üniversitelerin kapısını güvencesiz ve performansa dayalı çalışmaya ardına kadar açan bir nitelik arz ediyor. Üniversiteleri, kurumsallaşmış ve kurumsallaşmamış gibi ayrımlara tabi tutarak, her biri için farkı yönetim biçimleri öngörüyor. Şirket statüsünde “özel üniversiteler” kurulabilmesinin ve “yabancı yükseköğretim kurumlarının” Türkiye’de fakülte enstitü ve meslek yüksek okulu açabilmesinin planlandığı görülüyor. Üniversiteleri “üniversite konseyi” denen mütevelli heyetlerinin yönetmesini istiyor. Üniversite yönetimine üniversite dışı bileşenleri, örneğin kasap da olsa, üniversiteye en fazla bağışta bulunanını ya da ilin en çok vergi verenini de dahil ediyor. Üniversitelerin gelir getirici etkinliklere yönelmesi teşvik ediliyor. Kendi kaynağını arayan şirket mantığı ile işleyen ancak, araştırma yapma, eğitim hizmeti üretme ve bilgiyi toplumsallaştırma temel niteliklerine sahip olması beklenmeyen bir üniversite modeli söz konusu. Aslında üniversitelerde çoktan başlayan piyasaya açarak ticarileştirme ve güvencesiz çalıştırma uygulamalarını kural haline getirecek bir düzenleme bu. 

ÖĞRETMENE BİR DARBE DE 4+4+4 İLE VURULDU

İmkânsızlıklar içerisinde boğuşan okul ve öğretmenlerimizin sayısı oldukça yüksek diyebilir miyiz?

2011–2012 Eğitim-Öğretim Yılı’nda Türkiye genelinde 10 bin 413 ilköğretim okulunda “birleştirilmiş sınıf” uygulaması yapıldı. Bu uygulamanın daha çok kırsal kesimde söz konusu olduğu söylenebilir. Zaten imkânsızlıklar içerisinde boğuşan bu öğretmenlerimize bir darbe de 4+4+4 uygulaması ile vuruldu. Okul öncesi eğitimi ilköğretimin ilk yılına sıkıştırmaya çalışan uygulama bu öğretmenleri daha da mağdur etti. Örneğin ilkokul 1. sınıf ders kitaplarında ilkokul öğretmeninin bahçede 1. sınıflarla oyun oynaması bekleniyor. Öğretmen buna uysa derslikte kendisini bekleyen diğer sınıflar ne yapacak? Bu uygulama ile farklı yaş grupları zaten 1. sınıfta bir araya gelmişken, süren birleştirilmiş sınıf uygulamaları öğretmenleri daha da zor duruma sokuyor.

4+4+4 modeline temel itiraz noktalarınız neler?

4+4+4 uygulaması öncelikle, ilkokula başlama yaşını tüm bilimsel itirazlara rağmen 1 yıl geriye çekti. Ne müfredatın ne de öğretmenlerin hazırlıklı olduğu bu duruma bir nesli adeta kurban etti.  Okullarda prefabrik sınıf uygulamalarından tutun da müdür odasının dahi sınıfa çevrilmesi gibi bir dizi skandal yaşanmış, bundan “göndermeyin” çağrımıza rağmen çocuklarını 5,5 yaşında okula gönderen velilerimiz ve çocuklarımız zararlı çıktı. Birçok okul zoraki olarak imam hatip ortaokuluna dönüştürüldü, bu okulların öğrencileri belirsizler içine sürüklendi.  Düzenleme mesleğe yönlendirme aşamasını da erkene çekti. Adeta çocuk emeğini işyerlerine peşkeş çeker hale gelen meslek liselerine giriş daha erken bir yaşta olacak.  Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardığını söyleyen bakanlığın açık lise uygulamasını ise nasıl düzenleyeceği hala muamma. Bu düzenleme çocuk gelinler sorununu çözümsüz bırakmaktır. Kısacası eğitim biliminin gereklerine göre değil, iktidarın belirlediği siyasi önceliklere göre yapılan bir düzenlemedir. Birçok yerde zorunlu hale gelen seçmeli din dersleriyle, eğitimin her kademesi imam hatipleştirildi. Eğitim biliminin ve temel insan haklarının en önemli ilkesi “anadilinde eğitim talebi” yok sayıldı.

ANA DİLDE EĞİTİMİ SAVUNUYORUZ

Sendika olarak devletten beklentileriniz neler?

Eğitim Sen eğitimin parasız, bilimsel, demokratik ve laik ilkelere göre düzenlenmesini esas alan bir sendika. Çocuklarımızın anadillerinde eğitim alma haklarını savunuyoruz. Bizler eğitime ilişkin düzenlemelerin bu ilkeler temel alınarak yapılması için mücadele veriyoruz. Okullarımıza yeterli sayıda öğretmen, eğitime bütçe ve yatırım istiyoruz. Öğretmenlerimizin insanca yaşayacak ücretlerle, güvenceli istihdam edilmelerini istiyoruz. Bunlar nitelikli eğitimin sacayaklarıdır diyebiliriz. Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için olmazsa olmaz koşulları.

İç spot: YÖK aslında kaldırılmıyor, adı değiştirilerek piyasa ihtiyaçlarına daha uyumlu hale getiriliyor. Üniversiteleri kontrol mekanizması ajanslar gibi yeni araçlarla çeşitlendiriliyor. Hazırlanmakta olan yeni yükseköğretim yasa tasarısı demokratik-özgür üniversite hedefiyle uyuşmaktan uzaktır. Bizim isteğimiz üniversitelerin tarihine geri dönüp bakılarak üniversiteyi üniversite yapan noktaların tekrar hatırlanması.

Eğitim-Sen'den 4+4+4 raporu

Eğitim-Sen İstanbul Şubeleri 4+4+4 sistemiyle uygulanmaya başlamasının ardından aylık raporunu açıkladı:

* Fiziksel yetersizlikler göz ardı edilerek uygulamaya sokulan yeni düzen ile sınıf mevcutlarında geçtiğimiz senelere oranla çok ciddi bir artış yaşandı. Bazı okullarda 30’u aşkın birinci sınıf açıldı. Ama mevcutları azaltmaya yönelik bu çabalar üst sınıfların mevcutlarını şişirdi.

* Binlerce öğretmen norm kadro fazlası durumuna düştü, yaşadığı bölgeye uzak semtlerdeki okullara görevlendirildi. Birçoğu bu mağduriyet nedeniyle zorunlu olarak tayin istemek ve alan değişikliği yapmak zorunda kaldı.

* Alan değişikliği nedeniyle okul değiştiren sınıf öğretmenlerinin yerine ücretli öğretmeler çalıştırılmaya başlandı.

* 72 aylıktan küçük çocukların birinci sınıfa başlamaları nedeniyle henüz oyun çağında olan bu çocuklar okul ortamına uyum sağlamakta güçlük çekiyor. Okula bebek mamasıyla gelen, sınıf arkadaşına abi diye seslenen, tuvalet alışkanlıklarındaki aksaklıklar nedeniyle sorun yaşayan, kalem tutma ve benzer motor becerilerde sıkıntısı olan, birçok çocuğun problemleri önümüzdeki senelere de etki edecek.

* Aceleye getirilen bu uygulama nedeniyle pek çok okul daha inşaatı devam ederken eğitim öğretime başlanmak zorunda kalındı. Aynı binayı farklı yaş grup çocuklarının kullanmak zorunda bırakılması, ulaşım sorunu gibi farklı sorunlarla veliler, öğrenciler ve eğitimciler baş başa bırakıldı.

* Seçmeli ders belirlemede okulların tamamına yakınında bütün seçimlik dersleri öğrenci ve velilerin seçebilmesine olanak yaratıldı. Öğrenci ve veliler okul idarelerince belirlenen paket dersleri seçmek zorunda bırakıldı. Seçmeli derslerin çoğu öğretmen yok gerekçesiyle listelerden çıkarılırken dini içerikli derslerle ilgili böyle bir sorun yaşanmadı.

* Artan ders saati ve öğrenci sayıları nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı çoğu okulu ikili eğitime dönüştürmek zorunda kaldı. Okullarda sabah karanlığında başlayan dersler akşam karanlığına kadar sürüyor.

* Birçok okulda teneffüs saatleri 5 dakikaya indi. Bu durum öğretmenleri dinlenmek için öğretmenler odasına öğrencilerimiz temiz hava almak için bahçeye ulaşamadan ders zilinin çalmasına yol açıyor.

EĞİTİMTERCİHİ

> Öğretmenlerin en büyük sorunu 'güvencesizlik'

Ülkemizde öğretmenlerimizin sayısız sorunla boğuştuğunu belirten Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, öğretmenlerin yaşadığı en büyük sorunun ‘güvencesizlik’ olduğunu  belirtti

Ülkemizde öğretmenlerimizin sayısız sorunla boğuştuğunu belirten Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, “Öğretmenin ucuza ve güvencesiz çalışmasını ilke edinen ve bugüne kadar süregelen politikalar,  AKP hükümeti ve MEB tarafından da benimsenip, sürdürülüyor. Eğitim sistemi içinde iş güvencesiz olarak çalışma yaygınlaştırılarak; ücretli, vekil öğretmenler, dershane öğretmenleri gibi her türlü mali, sosyal ve özlük haklarından yoksun güvencesiz eğitim emekçisi kitlesi yaratıldı” dedi.  

Öğretmenlerin en büyük sorunu: Güvencesizlik

Güvencesizlik öğretmenlerin başında Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor

24 Kasım Öğretmenler Günü’nün yaklaştığı şu günlerde, Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, eğitim sisteminin en temel sorunlarının başında gelen güvencesiz ve esnek çalışma modelinin öğretmenlerimizi yıprattığını, ücretli öğretmenliğe razı etmek için ise işsizliğin bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürdüğünü söylüyor.

Öğretmenlerimizin öncelikli sorunları arasında ilk 5 sırada neler yer alır?

Ülkemizde öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin içinde olduğu sayısız sorun bulunuyor. Bunların çoğu da “yapısal” diye nitelendirebileceğimiz sorunlar. Sorunuz doğrultusunda bunları 5 başlık altında gruplandırabilirim. Öncelikle, güvencesiz ve esnek çalışma öğretmenlerin başında Demokles’in kılıcı misali sallanıyor.  Güvencesiz çalışmaya, örneğin ücretli öğretmenliğe razı etmek için işsizlik bir tehdit unsuru olarak varlığını sürdürüyor. Atamalar ve öğretmen işsizliği bunla da ilişkili olarak, özellikle de genç öğretmenleri intihara değin sürükleyen ikinci sorun olarak karşımızda. Eğitime yapılan yatırımların azlığı ise tüm eğitim bileşenleri kadar öğretmenler için de önemli bir sorun.  Öğretmenler, Bakanlık tarafından görev yaptıkları okula kaynak yaratmak zorunda olan kişiler olarak görülüyor.  Öğretmen okuldaki maddi ve akademik eksikliklerin sorumlusu olarak gösteriliyor, öğretmenden kendisini aşan sorunlara çözüm bulması bekleniyor.  Bu da bir diğer sorun başlığı olan öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırılması ile yakından ilişkili. Bakanlık politikası öğretmeni performansa dayalı olarak çalışmaya, öğrenci başarısızlığının yegâne kaynağı olarak göstermeye devam ettikçe, öğretmene şiddet olarak geri dönen itibarsızlaştırma süreci devam edecek. Öğretmenler tüm bu sorunların içinde bir de düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalışıyorlar.  Bu da öğretmenin mesleğini rahat bir biçimde, öğrencilere en yararlı olabilecek şekilde yapmasının önünde önemli engel teşkil eden bir sorun.

Atama sorunu sizce nasıl çözülür?

Bu sorunu yaratan aslında öğretmenin ucuza ve güvencesiz çalışmasını ilke edinen ve bugüne kadar süregelen politikalar.  AKP hükümeti ve MEB tarafından da benimsenin bu politikalar varlığını sürdürdükçe bu kangrenden kurtulamayız. Bugün 300 bini aşkın ataması yapılmamış öğretmen bulunması “fırsata çevirerek” ücretli öğretmenlik uygulamasını bütün illerde, özellikle yoksul, emekçi ailelerin yaşadığı şehir ve semtlerde yaygınlaştırılıyor. Eğitim sistemi içinde özlük haklarından yoksun olarak çalıştırılan büyük bir güvencesiz eğitim emekçisi kitlesi yaratıldı. 

KPSS KALDIRILMALI!

Sorunun çözümü bizim açımızdan net. Okullara insanca ve sağlıklı koşullarda eğitim yapılabilmesine yetecek sayıda öğretmen atanması, ücretli öğretmenlik uygulamasının kaldırılarak, öğretmenlerin iş güvencesini temel alan bir model çerçevesinde istihdam edilmeleri ve böylece okullarda nitelikli eğitim hizmetinin üretilebilmesi. Bunun için KPSS’nin kaldırılarak atama bekleyen tüm öğretmenlerimizin güvenceli koşullarda istihdam edilmesi, öğretmen yetiştirme ve istihdam politikalarının mezunların iş güvencesi esas alınarak yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Gündemde olan yeni yükseköğretim yasa tasarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle henüz bir yasa tasarısı söz konusu değil. Elimizdeki sadece genel gerekçeyi andıran bir çerçeve metin. Metin üniversitelerin kapısını güvencesiz ve performansa dayalı çalışmaya ardına kadar açan bir nitelik arz ediyor. Üniversiteleri, kurumsallaşmış ve kurumsallaşmamış gibi ayrımlara tabi tutarak, her biri için farkı yönetim biçimleri öngörüyor. Şirket statüsünde “özel üniversiteler” kurulabilmesinin ve “yabancı yükseköğretim kurumlarının” Türkiye’de fakülte enstitü ve meslek yüksek okulu açabilmesinin planlandığı görülüyor. Üniversiteleri “üniversite konseyi” denen mütevelli heyetlerinin yönetmesini istiyor. Üniversite yönetimine üniversite dışı bileşenleri, örneğin kasap da olsa, üniversiteye en fazla bağışta bulunanını ya da ilin en çok vergi verenini de dahil ediyor. Üniversitelerin gelir getirici etkinliklere yönelmesi teşvik ediliyor. Kendi kaynağını arayan şirket mantığı ile işleyen ancak, araştırma yapma, eğitim hizmeti üretme ve bilgiyi toplumsallaştırma temel niteliklerine sahip olması beklenmeyen bir üniversite modeli söz konusu. Aslında üniversitelerde çoktan başlayan piyasaya açarak ticarileştirme ve güvencesiz çalıştırma uygulamalarını kural haline getirecek bir düzenleme bu. 

ÖĞRETMENE BİR DARBE DE 4+4+4 İLE VURULDU

İmkânsızlıklar içerisinde boğuşan okul ve öğretmenlerimizin sayısı oldukça yüksek diyebilir miyiz?

2011–2012 Eğitim-Öğretim Yılı’nda Türkiye genelinde 10 bin 413 ilköğretim okulunda “birleştirilmiş sınıf” uygulaması yapıldı. Bu uygulamanın daha çok kırsal kesimde söz konusu olduğu söylenebilir. Zaten imkânsızlıklar içerisinde boğuşan bu öğretmenlerimize bir darbe de 4+4+4 uygulaması ile vuruldu. Okul öncesi eğitimi ilköğretimin ilk yılına sıkıştırmaya çalışan uygulama bu öğretmenleri daha da mağdur etti. Örneğin ilkokul 1. sınıf ders kitaplarında ilkokul öğretmeninin bahçede 1. sınıflarla oyun oynaması bekleniyor. Öğretmen buna uysa derslikte kendisini bekleyen diğer sınıflar ne yapacak? Bu uygulama ile farklı yaş grupları zaten 1. sınıfta bir araya gelmişken, süren birleştirilmiş sınıf uygulamaları öğretmenleri daha da zor duruma sokuyor.

4+4+4 modeline temel itiraz noktalarınız neler?

4+4+4 uygulaması öncelikle, ilkokula başlama yaşını tüm bilimsel itirazlara rağmen 1 yıl geriye çekti. Ne müfredatın ne de öğretmenlerin hazırlıklı olduğu bu duruma bir nesli adeta kurban etti.  Okullarda prefabrik sınıf uygulamalarından tutun da müdür odasının dahi sınıfa çevrilmesi gibi bir dizi skandal yaşanmış, bundan “göndermeyin” çağrımıza rağmen çocuklarını 5,5 yaşında okula gönderen velilerimiz ve çocuklarımız zararlı çıktı. Birçok okul zoraki olarak imam hatip ortaokuluna dönüştürüldü, bu okulların öğrencileri belirsizler içine sürüklendi.  Düzenleme mesleğe yönlendirme aşamasını da erkene çekti. Adeta çocuk emeğini işyerlerine peşkeş çeker hale gelen meslek liselerine giriş daha erken bir yaşta olacak.  Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardığını söyleyen bakanlığın açık lise uygulamasını ise nasıl düzenleyeceği hala muamma. Bu düzenleme çocuk gelinler sorununu çözümsüz bırakmaktır. Kısacası eğitim biliminin gereklerine göre değil, iktidarın belirlediği siyasi önceliklere göre yapılan bir düzenlemedir. Birçok yerde zorunlu hale gelen seçmeli din dersleriyle, eğitimin her kademesi imam hatipleştirildi. Eğitim biliminin ve temel insan haklarının en önemli ilkesi “anadilinde eğitim talebi” yok sayıldı.

ANA DİLDE EĞİTİMİ SAVUNUYORUZ

Sendika olarak devletten beklentileriniz neler?

Eğitim Sen eğitimin parasız, bilimsel, demokratik ve laik ilkelere göre düzenlenmesini esas alan bir sendika. Çocuklarımızın anadillerinde eğitim alma haklarını savunuyoruz. Bizler eğitime ilişkin düzenlemelerin bu ilkeler temel alınarak yapılması için mücadele veriyoruz. Okullarımıza yeterli sayıda öğretmen, eğitime bütçe ve yatırım istiyoruz. Öğretmenlerimizin insanca yaşayacak ücretlerle, güvenceli istihdam edilmelerini istiyoruz. Bunlar nitelikli eğitimin sacayaklarıdır diyebiliriz. Çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için olmazsa olmaz koşulları.

İç spot: YÖK aslında kaldırılmıyor, adı değiştirilerek piyasa ihtiyaçlarına daha uyumlu hale getiriliyor. Üniversiteleri kontrol mekanizması ajanslar gibi yeni araçlarla çeşitlendiriliyor. Hazırlanmakta olan yeni yükseköğretim yasa tasarısı demokratik-özgür üniversite hedefiyle uyuşmaktan uzaktır. Bizim isteğimiz üniversitelerin tarihine geri dönüp bakılarak üniversiteyi üniversite yapan noktaların tekrar hatırlanması.

Eğitim-Sen'den 4+4+4 raporu

Eğitim-Sen İstanbul Şubeleri 4+4+4 sistemiyle uygulanmaya başlamasının ardından aylık raporunu açıkladı:

* Fiziksel yetersizlikler göz ardı edilerek uygulamaya sokulan yeni düzen ile sınıf mevcutlarında geçtiğimiz senelere oranla çok ciddi bir artış yaşandı. Bazı okullarda 30’u aşkın birinci sınıf açıldı. Ama mevcutları azaltmaya yönelik bu çabalar üst sınıfların mevcutlarını şişirdi.

* Binlerce öğretmen norm kadro fazlası durumuna düştü, yaşadığı bölgeye uzak semtlerdeki okullara görevlendirildi. Birçoğu bu mağduriyet nedeniyle zorunlu olarak tayin istemek ve alan değişikliği yapmak zorunda kaldı.

* Alan değişikliği nedeniyle okul değiştiren sınıf öğretmenlerinin yerine ücretli öğretmeler çalıştırılmaya başlandı.

* 72 aylıktan küçük çocukların birinci sınıfa başlamaları nedeniyle henüz oyun çağında olan bu çocuklar okul ortamına uyum sağlamakta güçlük çekiyor. Okula bebek mamasıyla gelen, sınıf arkadaşına abi diye seslenen, tuvalet alışkanlıklarındaki aksaklıklar nedeniyle sorun yaşayan, kalem tutma ve benzer motor becerilerde sıkıntısı olan, birçok çocuğun problemleri önümüzdeki senelere de etki edecek.

* Aceleye getirilen bu uygulama nedeniyle pek çok okul daha inşaatı devam ederken eğitim öğretime başlanmak zorunda kalındı. Aynı binayı farklı yaş grup çocuklarının kullanmak zorunda bırakılması, ulaşım sorunu gibi farklı sorunlarla veliler, öğrenciler ve eğitimciler baş başa bırakıldı.

* Seçmeli ders belirlemede okulların tamamına yakınında bütün seçimlik dersleri öğrenci ve velilerin seçebilmesine olanak yaratıldı. Öğrenci ve veliler okul idarelerince belirlenen paket dersleri seçmek zorunda bırakıldı. Seçmeli derslerin çoğu öğretmen yok gerekçesiyle listelerden çıkarılırken dini içerikli derslerle ilgili böyle bir sorun yaşanmadı.

* Artan ders saati ve öğrenci sayıları nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı çoğu okulu ikili eğitime dönüştürmek zorunda kaldı. Okullarda sabah karanlığında başlayan dersler akşam karanlığına kadar sürüyor.

* Birçok okulda teneffüs saatleri 5 dakikaya indi. Bu durum öğretmenleri dinlenmek için öğretmenler odasına öğrencilerimiz temiz hava almak için bahçeye ulaşamadan ders zilinin çalmasına yol açıyor.

EĞİTİMTERCİHİ

Son Güncelleme: Cuma, 16 Kasım 2012 09:25

Gösterim: 3897

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamama kararı aldı

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor” dedi.

24 Kasım Öğretmenler Günü yaklaşıyor. Bu sayımızda eğitimi ve eğitim sorunlarını sendikalarla konuşalım istedik. Öğrendiğimiz kadarıyla Eğitim-Bir-Sen 24 Kasım’ı kutlamayacak. Öncelikle sendikanın neden böyle bir karar aldığını Genel Başkan Ahmet Gündoğdu’ya sorduk.

Eğitim-Bir-Sen’li öğretmenlerimiz niye kendi günlerini kutlamayacaklar?

Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine bu kararı aldık. 2012 Yılı Toplu Sözleşme süreci sonrası Haziran ayında Kızılcahamam’da yaptığımız 23. Başkanlar Kurulu toplantısının sonuç bildirgesinde, “Öğretmenlik mesleğinin ekonomik ve mesleki itibarını hedef alan yaklaşımlar bertaraf edilmediği sürece 24 Kasım Öğretmenler Günü etkinlikleri yapılmamalı ve hiç kimse kutlama mesajı yayınlamamalıdır” kararımızı açıklamıştık. Kararımızdan bugüne kadar geçen zaman zarfında mağduriyetin giderilmesine yönelik somut gelişme olmadı. Kararımız hala geçerli. Eğitim-Bir-Sen teşkilatı olarak aldığımız karar gereği, 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği ve öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırıldığı bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor. Çünkü öğretmenlerin mağduriyeti ve sorunları devam ediyor. 

TEMEL SORUN ÖĞRETMENE BAKIŞ SORUNU

Peki, öğretmenlerin öncelikli sorunları neler diye sorsak…

Önceki yıllarda bu soruyu sormuş olsaydınız, ilk sırada ekonomik sorunlar diyebilirdim ancak son dönemde öğretmen için ilk sorun öğretmene bakış sorunu. Eğitim sistemini anlamlı kılan baş aktör öğretmen. Öğretmene bakışta baş aşağı iniyoruz. Öğretmene bakışta sorun var. Öğretmen, Bakan ve Bakanlık tarafından ‘çalışmıyor’ gösteriliyor. Yöneticiler, suç işlemeye meyilli gösteriliyor. Öğretmen, Bakanı tarafından sürekli örselenirken, bu yaklaşım birilerine cesaret veriyor; öğretmen, veliler ve öğrenci yakınlarının hatta bazen de öğrencilerin şiddetine maruz kalıyor. Dolayısıyla öğretmenlik mesleği her geçen gün itibarsızlaştırılıyor. Bu, öğretmene zarar verdiği gibi, ülkenin geleceğinin inşasını da dinamitliyor. Bunun dışında sıralayabileceğimiz sorunlar ise ekonomik sorunlar, aile bütünlüğünün sağlanamaması, motivasyonun düşürülmesi, OECD ortalamasının üzerinde sınıf mevcutlarında hizmet sunmak zorunda olması.

Ülkemizde Bakanlık verilerine göre geçtiğimiz yıl resmi kurumlarda 710 bin öğretmenin görev yaptığı biliniyor. Halen bunların ne kadarı sözleşmeli?

Sendikamız sayesinde sözleşmeli öğretmen kalmadı. Hatırlanacağı üzere, 2006 yılından sözleşmelilerin kadroya geçirildiği 2011 yılına kadar, “Bütün öğretmenler kadrolu olmalıdır” diyerek sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi mücadelesini yürüttük. ‘70 bin sözleşmeli için 70 bin dilekçe’ kampanyası düzenledik. 18. Milli Eğitim Şurası kararlarına ‘sözleşmeliye kadro’ talebimizin girmesini sağladık. Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığımız Kurum İdari Kurulu Ekim 2009 Çalışma Raporu’nda, “Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin çalışmaların sonuçlandırılması” kararını aldırdık. 29 Mart 2011’de “Sözler tutulsun, kadro verilsin” diyerek eylem kararı aldık ve gerçekleştirdik. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığımız görüşmelerde konuyu gündeme getirerek, ‘kadro’ talebimizi yineledik. Başbakan Erdoğan’ın, 16 Nisan 2011 tarihinde yapılan Memur-Sen 4. Olağan Genel Kurulu’nda ‘müjdeyi vermesi’ ve sözleşmelilere kadro sağlayan Kanun Hükmünde Kararname’nin 4 Haziran 2011’de Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla mücadelemiz amacına ulaşmış ve sadece öğretmenler değil, 200 bin sözleşmeli kadroya geçirildi. Ağırlıklı olarak belediyelerde olmak üzere bazı sözleşmeliler kaldı. Bu konunun da peşini bırakmayarak, yaptığımız ısrarlı çalışmalar onlar içinde müjdeyi getirdi.

SAYEMİZDE SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN KALMADI

Bir yandan öğretmen açığı yaşanırken, diğer yandan ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları gündemden düşmüyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Şu anda ülkemizde yaklaşık 250 bin eğitim fakültesi mezunu bulunuyor. Bu durum, Türkiye’de mezun ve istihdamı konusunda sorun olduğunu gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı öğretmen ihtiyacı ise 120 bin civarında. Öyleyse ihtiyaç analizi düzgün yapılamamıştır diyebiliriz. Şu an 120 bin ihtiyaç varsa, 130 bin öğretmen adayı açıkta kalıyor demektir. Bu açığın oluşmasının sebebi ise, bölümlerin kontenjanları belirlenirken ihtiyaçların göz önünde bulundurulmaması, kontenjanların arz talep ölçüsü içerisinde bir plana bağlı olmadan yapılması. Bu durum şimdiye kadar YÖK ve Bakanlık arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandı. Şu an Bakanlık YÖK’le koordineli olarak çalışmaya başladı. İhtiyaç duyduğu bölümleri ve sayıyı YÖK’le paylaşarak önümüzdeki dönemde oluşacak yığılmaların da önüne geçmeyi hedefledi. Doğrusu da bu.

250 bin mezun atama bekliyor ve 120 bin ihtiyaç var deniliyor. Geri kalan 130 binin atanma problemi sizce nasıl çözülür?

Şu an için ihtiyaç olan 120 bin öğretmen sayısının dışındaki istihdam bekleyen öğretmenlerin atanma problemi; 4+4+4 eğitim sisteminin altyapısının hızlı bir şekilde tamamlanması ile çözülebilecek. 4+4+4 yeni eğitim sistemi ile örgün eğitimdeki öğrenci sayısı artmakla birlikte, okulların sistemin özüne uygun olarak ilkokul, ortaokul ve lise şeklinde müstakil binalara ayrılması amacıyla yapılacak yeni okul binaları ile sınıf mevcutları OECD ortalamasına yaklaşacak ve bu da yeni istihdama kapı aralayacak. Kalabalık sınıflardan kurtulduğumuzda, yani yeni derslik inşa edilip altyapı oluşturulduğunda, ihtiyaç 130 binden de fazla olabilecek.

YÖK tarafından hazırlanan yeni yükseköğretim yasa taslağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda sendika olarak önerileriniz neler?

Ana hatlarıyla değinecek olursak, yönetsel süreçlerde katılımcılığı esas alan, paydaşların varlığını kabul eden, bilimsel ve akademik özgürlük içeren, üreten üniversiteler istiyoruz. Sendika olarak YÖK’ün yeniden yapılandırılmasına çok önem veriyoruz. Bu doğrultuda daha önce yürüttüğümüz birçok çalışmaya ilaveten yasa taslağı için iki büyük çalıştay düzenledik ve konuyla ilgili birçok akademisyen ve eğitimciyle birlikte YÖK yasa taslağı üzerine çok yönlü çalışma yürüttük. Bu çalışmalardan çıkan sonucu yakın zamanda hem YÖK’le hem de kamuoyuyla paylaşmış olacağız.

OECD ülkelerinde öğretmenlerin yıllık çalışma saatleri 1.652 saat, ülkemizde ise 1.840. Üstelik ücretler de çok daha az. Bu konuda sendika olarak ne tür çalışmalarınız ve beklentileriniz var?

Öğretmenlerimiz şimdiye kadar fazla çalışma saatlerinden hiçbir zaman şikayet etmemiştir. OECD ülkelerinde çalışma saatleri 1.625 saat iken, ülkemizde 1.840 saate kadar çıkıyor.  Buna rağmen öğretmenlerimiz ‘az çalışıyor’ gösterilip,  halk nazarında zor duruma düşürülüyor.  Bu, öğretmenlere karşı yapılan haksızlıktır, ekonomik açıdan değerlendirecek olursak. “Eşit işe eşit ücret” kapsamında 666 sayılı KHK ile farklı kurumlarda aynı unvanda çalışan kamu personelinin ücretlerinde ek ödeme oranları üzerinden eşitleme yapılırken, öğretmen ve öğretim elemanlarının ücretlerinde iyileştirme yapılmaması ve öğretmenlerin kamuda en düşük maaş alan ikinci personel seviyesine düşürülmesi nedeniyle, öğretmen ve öğretim elemanları KHK mağduru haline getirilmiştir. Ayrıca ele geçen ücretlerin bir kısmı da emeklilikte herhangi bir işe yaramamaktadır. Emekliliği kâbusa çeviren bu yanlışlar düzeltilmelidir apotheke-zag.de.

‘Eşit işe eşit ücret’ ilkesi kapsamında kurum içi ücret dengesi dikkate alınarak Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerde çalışan şube müdürü, şef, memur ve hizmetlilerin Maliye Bakanlığı başta olmak üzere diğer kamu kurumlarında çalışan emsalleri ile ücretlerinin eşitlenmesi için yıllarca verdiğimiz mücadele sonucunda çalışma arkadaşlarımızdan bir kısmının mağduriyetinin düzeltilmiş olması umut verici ama öğretmen ve öğretim elemanlarının unutulmuş olması üzüntü verici. 

Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?

Geçen yıl öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 20, ortaöğretimde 16; derslik başına ise ilköğretimde 30, ortaöğretimde 31 öğrenci düşmekteydi. Bu rakamlar İstanbul ve Doğu’da 40-45’lere kadar çıkıyor.  Bu yıl 4+4+4 yeni eğitim sistemiyle lisenin zorunlu hale getirilmesi, okula başlama yaşının düşürülmesi ve yeni öğretmen atamalarının yapılması gibi nedenlerden dolayı ortaya net bir rakam çıkmış değil. Ama bu rakamların az da olsa arttığını söyleyebiliriz. Geçen yılki rakamlar üzerinden değerlendirme yapacak olursak, OECD ortalaması bakımından ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 21, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ise 16. Ortaöğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı da 14. Türkiye’de bu rakamlar homojen değil. Yani doğu illerinde ve bazı büyükşehirlerde bu rakamlar daha da fazla. Derslik ve öğretmen sayısı her geçen yıl artmasına rağmen henüz istenilen rakamları yakalamış değiliz.

DEĞİŞİMLERDE DİP DALGA ÖNEMLİ

Birleştirilmiş sınıf uygulaması ülkemizde özellikle hangi coğrafyada uygulanıyor? 

Taşımalı eğitim imkânının olmadığı yerleşim birimlerinde ilkokullarda uygulanıyor. Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri ağırlıklı. İmkânsızlıklarla boğuşan okul sayısına gelince; okulların finansman sorunu çözülmediği müddetçe bu durum devam edecek gibi gözüküyor. Üstüne üstlük, bir de bu durumu anlamayan Bakanlık ve siyasilerin okul yönetimlerini örseleyen yaklaşımları geldikçe, konu daha da karmaşık hale geliyor. Biz yıllardır okul yönetimlerinin tahsildar konumundan çıkarılmasını haykırıyoruz. Okul yöneticileri okulların fiziki problemlerini çözmek için veliden bağış talep etmekten, yardımcı hizmetlisi, memuru, güvenlikçisi olmayan okula ücretli personel çalıştırmak için kaynak bulmaya çalışmaktan eğitim liderliği yapmaya vakit bulamıyor. Bu sorun bir an önce çözülmeli.

Sendika olarak devletten beklentileriniz neler?

Devlet, geleneksel anlayışından bir an önce vazgeçmeli, demokratik kültürün gereği olarak yönetimde katılımcılığı içselleştirmeli, paydaşların görüşlerini almayı alışkanlık haline getirmeli. “Her şeyi ben bilirim, yetki bende, ben karar veririm” yaklaşımı artık tarih oluyor. Toplu Sözleşme Hakkı ile yeni bir dönem başladı. Kamu İşveren Heyeti ile kamu çalışanlarının temsilcileri eşit şartlarda masaya karşılıklı oturuyor, uzlaştıkları ve imza altına aldıkları kararlar direkt uygulanacak yasal yaptırım niteliği taşıyor. Yasalar yeni anlayışa göre şekillenirken, bürokratik oligarşi de yavaş yavaş etkisini kaybediyor. Kısacası, devletin milletinden milletin devletine geçiyoruz. Bir buna hemen uyum sağlayanlar, bir de gecikmeli olarak mecburen aynı noktaya gelenler var. Direnç noktaları zamanla kayboluyor. Sendikalar sayesinde katılımcı demokratik iklim her geçen gün yaygınlaşıyor.

Değişimler kendiliğinden olmuyor. Her değişimin arkasında zorlayan sebepler var. Değişimlerde dip dalga önemli. Dip dalgayı oluşturanlar örgütlü olanlardır. Ülkemizde son yıllarda demokratikleşme adına atılan adımlarda genellikle itici güç Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’dir. Demokrasinin korku tünelinden çıkması için elimizi taşın altına koymuş bir kurumuz. Ben buradan, örgütsüz olan kamu çalışanlarının, Rahmetli Erdem Bayazıt’ın “Büyüyen elimin üstüne koy elini/Gelen zamanı haber veriyorum” dizelerindeki gibi, ellerini ellerimizin üzerine koymasını bekliyorum. Bu sohbeti yapmamıza vesile olduğunuz için sizlere de ayrıca teşekkür ediyorum.

İç spot: “Devlet, 666 sayılı KHK ile mesleki açıdan emsali olmayan öğretmenlere ‘sizin emsalinizi bulamadığım için ek ödeme veremedim’ diyor. Bu durum çok inandırıcı değil. Kamudaki bazı çalışanların ek ödeme oranları olumlu yönde düzenlenirken, Maliye’nin refleksleri ağır basmışa benziyor. Eğer gelir dağılımında adaletten söz ediyorsak, öğretmen ve öğretim elemanları adaletsizlikle karşı karşıyadır. Sendika olarak, 2012 Yılı Toplu Sözleşme görüşmelerinde bu konuyu olmazsa olmazımız yaptık.”

4+4+4 SİSTEMİNİN ÖNERİSİ BİZE AİT

4+4+4 yeni eğitim sisteminin önerisinin bize ait olduğu doğru. 28 Şubat’ta MGK kararları ile dayatılan 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi bu ülkeye çok şey kaybettirdi. Değerlerimiz ile problemleri olanlar, İmam Hatip’ler başta olmak üzere tüm meslek liselerine alerjileri yüzünden ülkenin geleceği ile oynadı. 8 yıllık kesintisiz dayatması suyu tersine akıtma projesiydi ve bütün direnmelere rağmen darbecilerin zoruyla hayata geçirildi. Ama tartışmalar 15 yıl boyunca devam etti. 18. Milli Eğitim Şurası’nda sendika olarak 1+4+4+4 şeklinde ilk bir ve son dört isteğe bağlı olmak üzere teklifte bulunduk ve Milli Eğitim’in en üst istişare, yani danışma kurulu olan Şura’da karar alındı. 4+4+4’te ilk 4 okula ve topluma uyum, ikinci 4 sistemli bilgi, üçüncü dört ise yüksek öğretime ve hayata hazırlık şeklinde kurgulandı. Bu sistemin özü, bu üç bölümün de müstakil binalarda verilmesi. Ülkemizdeki altyapı problemlerinin giderilmesi yönünde mevcut hükümetin ürettiği derslik sayısı ve yaptığı yeni okul sayısı gelecekten ümitvar olmayı gerektiriyor. Hükümet, 10 yılda yaptığı derslik sayısını, yeni bir proje ve kampanya dahilinde birkaç yılda yapmak isterse başarabilir. Yeni eğitim sistemi, 8 yıllık kesintisiz dayatması ile kıyaslanamayacak derecede pedagojik ve bilimsel. Dikkat ederseniz, tartışmalar sistemin ruhu ile ilgili değil, Milli Eğitim Bakanı ve bakanlık bürokrasisinin işçilik hataları ile alakalı.

EĞİTİMTERCİHİ

> Öğretmenler gün görmek istiyor

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamama kararı aldı

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor” dedi.

24 Kasım Öğretmenler Günü yaklaşıyor. Bu sayımızda eğitimi ve eğitim sorunlarını sendikalarla konuşalım istedik. Öğrendiğimiz kadarıyla Eğitim-Bir-Sen 24 Kasım’ı kutlamayacak. Öncelikle sendikanın neden böyle bir karar aldığını Genel Başkan Ahmet Gündoğdu’ya sorduk.

Eğitim-Bir-Sen’li öğretmenlerimiz niye kendi günlerini kutlamayacaklar?

Sendika olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutlamayacağımızı kamuoyuyla paylaştık. Öğretmen ve öğretim elemanlarının ek ödeme mağduriyetinin çözülmemesi üzerine bu kararı aldık. 2012 Yılı Toplu Sözleşme süreci sonrası Haziran ayında Kızılcahamam’da yaptığımız 23. Başkanlar Kurulu toplantısının sonuç bildirgesinde, “Öğretmenlik mesleğinin ekonomik ve mesleki itibarını hedef alan yaklaşımlar bertaraf edilmediği sürece 24 Kasım Öğretmenler Günü etkinlikleri yapılmamalı ve hiç kimse kutlama mesajı yayınlamamalıdır” kararımızı açıklamıştık. Kararımızdan bugüne kadar geçen zaman zarfında mağduriyetin giderilmesine yönelik somut gelişme olmadı. Kararımız hala geçerli. Eğitim-Bir-Sen teşkilatı olarak aldığımız karar gereği, 24 Kasım’a özel kutlama anlamı taşıyacak herhangi bir faaliyet icra edilmeyecek. Öğretmenler, mağduriyetin devam ettiği ve öğretmenlik mesleğinin itibarsızlaştırıldığı bir ortamda Öğretmenler Günü değil, gün görmek istiyor. Çünkü öğretmenlerin mağduriyeti ve sorunları devam ediyor. 

TEMEL SORUN ÖĞRETMENE BAKIŞ SORUNU

Peki, öğretmenlerin öncelikli sorunları neler diye sorsak…

Önceki yıllarda bu soruyu sormuş olsaydınız, ilk sırada ekonomik sorunlar diyebilirdim ancak son dönemde öğretmen için ilk sorun öğretmene bakış sorunu. Eğitim sistemini anlamlı kılan baş aktör öğretmen. Öğretmene bakışta baş aşağı iniyoruz. Öğretmene bakışta sorun var. Öğretmen, Bakan ve Bakanlık tarafından ‘çalışmıyor’ gösteriliyor. Yöneticiler, suç işlemeye meyilli gösteriliyor. Öğretmen, Bakanı tarafından sürekli örselenirken, bu yaklaşım birilerine cesaret veriyor; öğretmen, veliler ve öğrenci yakınlarının hatta bazen de öğrencilerin şiddetine maruz kalıyor. Dolayısıyla öğretmenlik mesleği her geçen gün itibarsızlaştırılıyor. Bu, öğretmene zarar verdiği gibi, ülkenin geleceğinin inşasını da dinamitliyor. Bunun dışında sıralayabileceğimiz sorunlar ise ekonomik sorunlar, aile bütünlüğünün sağlanamaması, motivasyonun düşürülmesi, OECD ortalamasının üzerinde sınıf mevcutlarında hizmet sunmak zorunda olması.

Ülkemizde Bakanlık verilerine göre geçtiğimiz yıl resmi kurumlarda 710 bin öğretmenin görev yaptığı biliniyor. Halen bunların ne kadarı sözleşmeli?

Sendikamız sayesinde sözleşmeli öğretmen kalmadı. Hatırlanacağı üzere, 2006 yılından sözleşmelilerin kadroya geçirildiği 2011 yılına kadar, “Bütün öğretmenler kadrolu olmalıdır” diyerek sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi mücadelesini yürüttük. ‘70 bin sözleşmeli için 70 bin dilekçe’ kampanyası düzenledik. 18. Milli Eğitim Şurası kararlarına ‘sözleşmeliye kadro’ talebimizin girmesini sağladık. Milli Eğitim Bakanlığı ile imzaladığımız Kurum İdari Kurulu Ekim 2009 Çalışma Raporu’nda, “Sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesine ilişkin çalışmaların sonuçlandırılması” kararını aldırdık. 29 Mart 2011’de “Sözler tutulsun, kadro verilsin” diyerek eylem kararı aldık ve gerçekleştirdik. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığımız görüşmelerde konuyu gündeme getirerek, ‘kadro’ talebimizi yineledik. Başbakan Erdoğan’ın, 16 Nisan 2011 tarihinde yapılan Memur-Sen 4. Olağan Genel Kurulu’nda ‘müjdeyi vermesi’ ve sözleşmelilere kadro sağlayan Kanun Hükmünde Kararname’nin 4 Haziran 2011’de Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla mücadelemiz amacına ulaşmış ve sadece öğretmenler değil, 200 bin sözleşmeli kadroya geçirildi. Ağırlıklı olarak belediyelerde olmak üzere bazı sözleşmeliler kaldı. Bu konunun da peşini bırakmayarak, yaptığımız ısrarlı çalışmalar onlar içinde müjdeyi getirdi.

SAYEMİZDE SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN KALMADI

Bir yandan öğretmen açığı yaşanırken, diğer yandan ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları gündemden düşmüyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Şu anda ülkemizde yaklaşık 250 bin eğitim fakültesi mezunu bulunuyor. Bu durum, Türkiye’de mezun ve istihdamı konusunda sorun olduğunu gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı öğretmen ihtiyacı ise 120 bin civarında. Öyleyse ihtiyaç analizi düzgün yapılamamıştır diyebiliriz. Şu an 120 bin ihtiyaç varsa, 130 bin öğretmen adayı açıkta kalıyor demektir. Bu açığın oluşmasının sebebi ise, bölümlerin kontenjanları belirlenirken ihtiyaçların göz önünde bulundurulmaması, kontenjanların arz talep ölçüsü içerisinde bir plana bağlı olmadan yapılması. Bu durum şimdiye kadar YÖK ve Bakanlık arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandı. Şu an Bakanlık YÖK’le koordineli olarak çalışmaya başladı. İhtiyaç duyduğu bölümleri ve sayıyı YÖK’le paylaşarak önümüzdeki dönemde oluşacak yığılmaların da önüne geçmeyi hedefledi. Doğrusu da bu.

250 bin mezun atama bekliyor ve 120 bin ihtiyaç var deniliyor. Geri kalan 130 binin atanma problemi sizce nasıl çözülür?

Şu an için ihtiyaç olan 120 bin öğretmen sayısının dışındaki istihdam bekleyen öğretmenlerin atanma problemi; 4+4+4 eğitim sisteminin altyapısının hızlı bir şekilde tamamlanması ile çözülebilecek. 4+4+4 yeni eğitim sistemi ile örgün eğitimdeki öğrenci sayısı artmakla birlikte, okulların sistemin özüne uygun olarak ilkokul, ortaokul ve lise şeklinde müstakil binalara ayrılması amacıyla yapılacak yeni okul binaları ile sınıf mevcutları OECD ortalamasına yaklaşacak ve bu da yeni istihdama kapı aralayacak. Kalabalık sınıflardan kurtulduğumuzda, yani yeni derslik inşa edilip altyapı oluşturulduğunda, ihtiyaç 130 binden de fazla olabilecek.

YÖK tarafından hazırlanan yeni yükseköğretim yasa taslağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda sendika olarak önerileriniz neler?

Ana hatlarıyla değinecek olursak, yönetsel süreçlerde katılımcılığı esas alan, paydaşların varlığını kabul eden, bilimsel ve akademik özgürlük içeren, üreten üniversiteler istiyoruz. Sendika olarak YÖK’ün yeniden yapılandırılmasına çok önem veriyoruz. Bu doğrultuda daha önce yürüttüğümüz birçok çalışmaya ilaveten yasa taslağı için iki büyük çalıştay düzenledik ve konuyla ilgili birçok akademisyen ve eğitimciyle birlikte YÖK yasa taslağı üzerine çok yönlü çalışma yürüttük. Bu çalışmalardan çıkan sonucu yakın zamanda hem YÖK’le hem de kamuoyuyla paylaşmış olacağız.

OECD ülkelerinde öğretmenlerin yıllık çalışma saatleri 1.652 saat, ülkemizde ise 1.840. Üstelik ücretler de çok daha az. Bu konuda sendika olarak ne tür çalışmalarınız ve beklentileriniz var?

Öğretmenlerimiz şimdiye kadar fazla çalışma saatlerinden hiçbir zaman şikayet etmemiştir. OECD ülkelerinde çalışma saatleri 1.625 saat iken, ülkemizde 1.840 saate kadar çıkıyor.  Buna rağmen öğretmenlerimiz ‘az çalışıyor’ gösterilip,  halk nazarında zor duruma düşürülüyor.  Bu, öğretmenlere karşı yapılan haksızlıktır, ekonomik açıdan değerlendirecek olursak. “Eşit işe eşit ücret” kapsamında 666 sayılı KHK ile farklı kurumlarda aynı unvanda çalışan kamu personelinin ücretlerinde ek ödeme oranları üzerinden eşitleme yapılırken, öğretmen ve öğretim elemanlarının ücretlerinde iyileştirme yapılmaması ve öğretmenlerin kamuda en düşük maaş alan ikinci personel seviyesine düşürülmesi nedeniyle, öğretmen ve öğretim elemanları KHK mağduru haline getirilmiştir. Ayrıca ele geçen ücretlerin bir kısmı da emeklilikte herhangi bir işe yaramamaktadır. Emekliliği kâbusa çeviren bu yanlışlar düzeltilmelidir apotheke-zag.de.

‘Eşit işe eşit ücret’ ilkesi kapsamında kurum içi ücret dengesi dikkate alınarak Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerde çalışan şube müdürü, şef, memur ve hizmetlilerin Maliye Bakanlığı başta olmak üzere diğer kamu kurumlarında çalışan emsalleri ile ücretlerinin eşitlenmesi için yıllarca verdiğimiz mücadele sonucunda çalışma arkadaşlarımızdan bir kısmının mağduriyetinin düzeltilmiş olması umut verici ama öğretmen ve öğretim elemanlarının unutulmuş olması üzüntü verici. 

Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?

Geçen yıl öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 20, ortaöğretimde 16; derslik başına ise ilköğretimde 30, ortaöğretimde 31 öğrenci düşmekteydi. Bu rakamlar İstanbul ve Doğu’da 40-45’lere kadar çıkıyor.  Bu yıl 4+4+4 yeni eğitim sistemiyle lisenin zorunlu hale getirilmesi, okula başlama yaşının düşürülmesi ve yeni öğretmen atamalarının yapılması gibi nedenlerden dolayı ortaya net bir rakam çıkmış değil. Ama bu rakamların az da olsa arttığını söyleyebiliriz. Geçen yılki rakamlar üzerinden değerlendirme yapacak olursak, OECD ortalaması bakımından ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısı 21, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ise 16. Ortaöğretimde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı da 14. Türkiye’de bu rakamlar homojen değil. Yani doğu illerinde ve bazı büyükşehirlerde bu rakamlar daha da fazla. Derslik ve öğretmen sayısı her geçen yıl artmasına rağmen henüz istenilen rakamları yakalamış değiliz.

DEĞİŞİMLERDE DİP DALGA ÖNEMLİ

Birleştirilmiş sınıf uygulaması ülkemizde özellikle hangi coğrafyada uygulanıyor? 

Taşımalı eğitim imkânının olmadığı yerleşim birimlerinde ilkokullarda uygulanıyor. Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri ağırlıklı. İmkânsızlıklarla boğuşan okul sayısına gelince; okulların finansman sorunu çözülmediği müddetçe bu durum devam edecek gibi gözüküyor. Üstüne üstlük, bir de bu durumu anlamayan Bakanlık ve siyasilerin okul yönetimlerini örseleyen yaklaşımları geldikçe, konu daha da karmaşık hale geliyor. Biz yıllardır okul yönetimlerinin tahsildar konumundan çıkarılmasını haykırıyoruz. Okul yöneticileri okulların fiziki problemlerini çözmek için veliden bağış talep etmekten, yardımcı hizmetlisi, memuru, güvenlikçisi olmayan okula ücretli personel çalıştırmak için kaynak bulmaya çalışmaktan eğitim liderliği yapmaya vakit bulamıyor. Bu sorun bir an önce çözülmeli.

Sendika olarak devletten beklentileriniz neler?

Devlet, geleneksel anlayışından bir an önce vazgeçmeli, demokratik kültürün gereği olarak yönetimde katılımcılığı içselleştirmeli, paydaşların görüşlerini almayı alışkanlık haline getirmeli. “Her şeyi ben bilirim, yetki bende, ben karar veririm” yaklaşımı artık tarih oluyor. Toplu Sözleşme Hakkı ile yeni bir dönem başladı. Kamu İşveren Heyeti ile kamu çalışanlarının temsilcileri eşit şartlarda masaya karşılıklı oturuyor, uzlaştıkları ve imza altına aldıkları kararlar direkt uygulanacak yasal yaptırım niteliği taşıyor. Yasalar yeni anlayışa göre şekillenirken, bürokratik oligarşi de yavaş yavaş etkisini kaybediyor. Kısacası, devletin milletinden milletin devletine geçiyoruz. Bir buna hemen uyum sağlayanlar, bir de gecikmeli olarak mecburen aynı noktaya gelenler var. Direnç noktaları zamanla kayboluyor. Sendikalar sayesinde katılımcı demokratik iklim her geçen gün yaygınlaşıyor.

Değişimler kendiliğinden olmuyor. Her değişimin arkasında zorlayan sebepler var. Değişimlerde dip dalga önemli. Dip dalgayı oluşturanlar örgütlü olanlardır. Ülkemizde son yıllarda demokratikleşme adına atılan adımlarda genellikle itici güç Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’dir. Demokrasinin korku tünelinden çıkması için elimizi taşın altına koymuş bir kurumuz. Ben buradan, örgütsüz olan kamu çalışanlarının, Rahmetli Erdem Bayazıt’ın “Büyüyen elimin üstüne koy elini/Gelen zamanı haber veriyorum” dizelerindeki gibi, ellerini ellerimizin üzerine koymasını bekliyorum. Bu sohbeti yapmamıza vesile olduğunuz için sizlere de ayrıca teşekkür ediyorum.

İç spot: “Devlet, 666 sayılı KHK ile mesleki açıdan emsali olmayan öğretmenlere ‘sizin emsalinizi bulamadığım için ek ödeme veremedim’ diyor. Bu durum çok inandırıcı değil. Kamudaki bazı çalışanların ek ödeme oranları olumlu yönde düzenlenirken, Maliye’nin refleksleri ağır basmışa benziyor. Eğer gelir dağılımında adaletten söz ediyorsak, öğretmen ve öğretim elemanları adaletsizlikle karşı karşıyadır. Sendika olarak, 2012 Yılı Toplu Sözleşme görüşmelerinde bu konuyu olmazsa olmazımız yaptık.”

4+4+4 SİSTEMİNİN ÖNERİSİ BİZE AİT

4+4+4 yeni eğitim sisteminin önerisinin bize ait olduğu doğru. 28 Şubat’ta MGK kararları ile dayatılan 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi bu ülkeye çok şey kaybettirdi. Değerlerimiz ile problemleri olanlar, İmam Hatip’ler başta olmak üzere tüm meslek liselerine alerjileri yüzünden ülkenin geleceği ile oynadı. 8 yıllık kesintisiz dayatması suyu tersine akıtma projesiydi ve bütün direnmelere rağmen darbecilerin zoruyla hayata geçirildi. Ama tartışmalar 15 yıl boyunca devam etti. 18. Milli Eğitim Şurası’nda sendika olarak 1+4+4+4 şeklinde ilk bir ve son dört isteğe bağlı olmak üzere teklifte bulunduk ve Milli Eğitim’in en üst istişare, yani danışma kurulu olan Şura’da karar alındı. 4+4+4’te ilk 4 okula ve topluma uyum, ikinci 4 sistemli bilgi, üçüncü dört ise yüksek öğretime ve hayata hazırlık şeklinde kurgulandı. Bu sistemin özü, bu üç bölümün de müstakil binalarda verilmesi. Ülkemizdeki altyapı problemlerinin giderilmesi yönünde mevcut hükümetin ürettiği derslik sayısı ve yaptığı yeni okul sayısı gelecekten ümitvar olmayı gerektiriyor. Hükümet, 10 yılda yaptığı derslik sayısını, yeni bir proje ve kampanya dahilinde birkaç yılda yapmak isterse başarabilir. Yeni eğitim sistemi, 8 yıllık kesintisiz dayatması ile kıyaslanamayacak derecede pedagojik ve bilimsel. Dikkat ederseniz, tartışmalar sistemin ruhu ile ilgili değil, Milli Eğitim Bakanı ve bakanlık bürokrasisinin işçilik hataları ile alakalı.

EĞİTİMTERCİHİ

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Kasım 2012 12:01

Gösterim: 3499

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün, öğretmenlerin yaşadığı sıkıntıları anlatmak için iyi bir fırsat olduğu görüşünde

24 Kasım’ı öğretmenlerin problemlerini anlatmak adına bir fırsat olarak değerlendirdiklerini söyleyen Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün  sisteme dolayısıyla öğretmenlerimize olumsuzluk olarak yansıyor” dedi.

 24 Kasım: Öğretmenlerin problemlerini anlatmak için bir fırsat tarihi

Ülkemizdeki eğitim sisteminin değerlendirilmesini 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’tan istedik. Öğretmenlerin sorunlarının çok yoğun olduğunu ve sıralamanın mümkün olmayacağını belirten Koncuk, Sendika olarak sundukları çözüm önerileri hakkında bizleri bilgilendirdi.

Ülkemiz 2012-2013 eğitim-öğretim yılını 4+4+4 sistemi ile karşıladı. Büyük tartışmalara rağmen kabul edilen sistemin getireceği sorunlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?

4+4+4 sistemi büyük tartışmalara ve karşı çıkışlara rağmen kabul edilerek, yeni eğitim-öğretim yılında uygulanmaya başlandı. Bu sistem eğitimin ihtiyaçları düşünülmeden, ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla hareket edilerek, konunun muhataplarının görüşleri alınmadan ihdas edildi. Bu sistem birçok açıdan arazlı. En önemli sorunlardan birisi okula başlama yaşının öne çekilmesi. Farklı yaş gruplarını, farklı fiziki ve zihinsel gelişimdeki çocukları aynı dersliklere yerleştirmek, onların aynı anda öğrenmesini beklemek kadar garabet bir uygulama olamaz. Bu konudaki tüm karşı çıkışlarımız görmezden gelinmiş, inatçı bir tutum sergilenmiştir.  Okula başlama yaşının öne çekilmesi sınıf mevcutlarını artırırken, ilkokul birinci sınıflarda yığılma oluşturdu.  Ülkemizde derslik açığı zaten büyük bir sorun iken, okullarda fiziki imkanlar yetersiz iken, yeni sistemle birlikte bu sorunların daha da artması eğitim-öğretimi baltaladı.

SINIF ÖĞRETMENLERİNE BÜYÜK YIKIM

4+4+4 sistemi sınıf öğretmenleri için tam bir yıkım oldu. On binlerce sınıf öğretmeni norm kadro fazlası oldu. Büyük bir kısmı alan değiştirmek zorunda kaldı. Oysa sendikamız bu yasa ilk gündeme geldiği andan itibaren sınıf öğretmenlerinin yüzde 20’sinin norm kadro fazlası olacağını dile getirmişti. Hatta bu olumsuzluğu öngördüğümüz için sistemin 1+5+3+4 şeklinde olmasını istemiştik. Bakanlık ise ısrarla bir tane bile sınıf öğretmeninin mağdur olmayacağını söyleyerek, 5. sınıflara da sınıf öğretmenlerinin gireceğini iddia etmişti. Hükümete yakın sendika da bu konuda Bakanlığı desteklemişti. Bugün gelinen noktada sendikamızın ne kadar haklı olduğu görülüyor. Keşke biz haklı çıkmasaydık. Diğer yandan sınıf öğretmenleri norm kadro fazlası olurken, branş öğretmeni ihtiyacı da arttı.  Alan değiştirmek zorunda kalan sınıf öğretmenleri ise büyük bir bocalama yaşıyor. Yıllardır sınıf öğretmenliği yapan öğretmenlerin birden bire alan değiştirip, matematik, teknoloji ve tasarım ya da zihinsel engelliler öğretmeni olması ne kadar doğru? Yıllardır sınıf öğretmenliği yaptığı için yan alanlarına tam anlamıyla hakim olamayan öğretmenler şu anda çok mutsuz.  Kısacası bu sistem faydadan çok zarar getirdi, eğitimi bilinmezliğe sürükledi.

Eğitim sistemimizin ve öğretmenlerimizin öncelikli sorunları sizce neler?

Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün sisteme olumsuzluk olarak yansıyor. Öğretmen ve derslik açığı, okullarımızdaki teknik ve fiziki alt yapı imkanların yetersizliği, atama bekleyen öğretmenlerin dramı, öğretmenlerin itibarsızlaştırılması, okullarda yaşanan güvenlik sorunu, norm kadro fazlası olan sınıf öğretmenlerinin durumu, özür grubu tayinlerinin yapılamaması, öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının yaşadığı maddi sıkıntılar, eğitim çalışanlarının özlük ve sosyal haklarının gün geçtikçe tırpanlanması gibi daha sayabileceğimiz onlar mesele, eğitim hayatımızın önemli sorunlarından. Dile getirdiğimiz ve daha ifade edemediğimiz düzinelerce problemin her birisi de eğitim sistemimiz için ehemmiyet arz eden meseleler.

Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?

 MEB’in verilerine göre İstanbul’un genelinde orta öğretimde öğretmen başına 16 öğrenci düştüğü söylenirken,  örneğin Sayın Başbakanın Kasımpaşa’sında 85 kişilik sınıf mevcudu olan liselerin varlığını biliyoruz. Ya da aynı İstanbul’da binlerce ücretli öğretmenin okullarımızda görevlendirildiğini de çok iyi biliyoruz. Bırakın kırsal bölgeleri, büyük metropollerimizin büyük çoğunluğunda dahi öğretmenlerimiz 30-35 kişilik sınıf mevcutlarını gördüklerinde şükrediyorlar. Ülkemizde halen binlerce okulumuzda birleştirilmiş sınıf uygulaması devam ediyor. Daha da ötesi bu ülkenin Başbakanı bile 120 bin öğretmen ihtiyacından bahsediyor. Hal böyleyken sayılarla oynayarak ülkemizin gerçeklerini olduğundan farklı göstermek doğru değil.

YÖK SİYASİ İRADENİN BİR UZANTISI

Türk Eğitim Sen’in öğretmenler adına devletten beklentileri neler?

Ülkemizde öğretmen maaşları yıllık 11 bin 800 dolar ile 13 bin 800 dolar arasında değişiyor. Bu gerçeklere rağmen ülkeyi yönetenler öğretmenlerin az çalışıp, çok maş aldığını iddia ediyor.  Öğretmenler ile diğer meslek gruplarını karşı karşıya getirme çabası da dikkatimizden kaçmıyor.  Oysa bu ülkenin öğretmenleri ne az çalışıyor, ne de çok para kazanıyor. Öğretmenlerin ek ödemelerine bile artış yapılmadı, öğretmen maaşları en düşük memur maaşı seviyesine geriledi. Hal böyleyken sendikamızın öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının maddi, özlük ve sosyal hakları noktasındaki mücadelesi dün ve bugün olduğu gibi yarın da devam edecek. Bu noktada Türk Eğitim-Sen, olarak her türlü eylemi meşru görüyoruz.

Yeni yükseköğretim yasa tasarısı konusunda sendika olarak önerileriniz neler?

Eğitim-Sen olarak, YÖK’ün şimdiki yapısı ve yetkileriyle özerk ve demokratik üniversite oluşumunun önünde bir engel olduğunu, siyasi iradenin YÖK üzerinden üniversiteleri kontrol ve yönlendirme amacını güttüğünü iddia ediyoruz. Böylesi bir yüksek öğrenim organizasyonu, 21. yüzyıl Türkiye’sine hem hiç yakışmıyor hem de ülkemizin ilerlemesi önünde tıkaç oluyor. 

TERÖRE KARŞI ÖĞRETMENLERİMİZ KORUNMALI

Maalesef son günlerde terör yine öğretmenlerimizi hedef aldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

PKK özellikle son aylarda eğitimi hedef alıyor. Okulları yakıyor,  öğretmenleri kaçırıyor, öğrencilerin eğitim almasına engel olmaya çalışıyor. Terörün eğitim-öğretim hizmetlerini aksatmak, öğretmenleri, eğitim çalışanlarını yıldırarak korkutmak, onları bölgeden uzaklaştırmak, bölgedeki çocukların eğitim-öğretim almasını engellemek için yaptığı bu tür eylemler tedbir alınmadığı takdirde son bulmayacak. PKK her geçen gün eylemlerinin şiddetini ve dozunu artırıyor. Devletimiz ivedilikle öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının kaçırılmasına karşı tedbir almalı, onların can güvenliğini sağlamalı, okullara yapılan saldırıları engellemeli.

KARŞIYIZ ÇÜNKÜ….

Türk Eğitim- Sen’in 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili değerlendirme raporundan bölümler:

•             Zorunlu eğitimin 8 yıldan, 12 yıla çıkarılması olumlu bir gelişmedir. Ancak, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması yeterli değildir. Zorunlu eğitim okul öncesi ile birlikte 13 yıl olmalıdır. Yasa teklifinde fiziki alt yapının yetersiz olması gerekçesiyle okul öncesinin kapsam dışı bırakılması büyük bir hatadır.

•             Türk Eğitim-Sen olarak, zorunlu eğitimin kesintili olmasına karşı değiliz. Ancak bu model 4+4+4 şeklinde değil; 1+5+3+4 şeklinde olmalıdır. Çünkü; 4+4+4 şeklindeki model 50 bin sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürecektir. Öğretmen ihtiyacının bulunmadığı illerde bu öğretmenlerin istihdamın edilmesi büyük sorun olacaktır.

•             Kesintili eğitim öğrencilerin mesleki ve teknik eğitime yönlendirilmesi açısından olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü ülkemizde mesleki eğitime gereken önem verilmemekte, mesleki eğitim son sıralarda yer almaktadır. Öğrencilerin mesleki anlamda istediği okula gidebilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak ilköğretim 4’üncü sınıftan sonra öğrencilerin eğitimlerine açık öğretim yoluyla devam edebilmesine yönelik bir düzenleme yapılmasını doğru bulmuyoruz.

•             Bu düzenleme kız öğrencileri okula gitmesi önünde büyük bir engel olacaktır. Bilindiği gibi bazı bölgelerde aileler çocuklarını okula göndermemek için elinden geleni yapmaktadır. Çocuklarını okutmak yerine tarlada çalıştırmak ya da evlendirmek onlar için en büyük seçenektir. Bu durumda kız çocuklarının okula gönderilmesi için bugüne kadar yapılan kampanyaların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Çocuk gelinlerin sayısı hızla artacak, çocuk işçiliği dolaylı olarak meşru zemine kavuşacaktır.

•             Diğer yandan eğitim-öğretim okulda yapılır. Eğitim öğretimi sadece ders kitaplarından ibaret görmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Öğrencilerin okul havasını soluması, arkadaşları ile birlikte olması, eğitimini yüz yüze ve öğretmenlerinin gözetiminde sürdürmesi, sosyalleşebileceği bir ortama sahip olması gibi unsurlarla birlikte eğitim öğretimi değerlendirmek gereklidir.

EĞİTİMTERCİHİ

> 24 Kasım öğretmen sorunları için tarihi bir fırsat

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün, öğretmenlerin yaşadığı sıkıntıları anlatmak için iyi bir fırsat olduğu görüşünde

24 Kasım’ı öğretmenlerin problemlerini anlatmak adına bir fırsat olarak değerlendirdiklerini söyleyen Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, “Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün  sisteme dolayısıyla öğretmenlerimize olumsuzluk olarak yansıyor” dedi.

 24 Kasım: Öğretmenlerin problemlerini anlatmak için bir fırsat tarihi

Ülkemizdeki eğitim sisteminin değerlendirilmesini 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’tan istedik. Öğretmenlerin sorunlarının çok yoğun olduğunu ve sıralamanın mümkün olmayacağını belirten Koncuk, Sendika olarak sundukları çözüm önerileri hakkında bizleri bilgilendirdi.

Ülkemiz 2012-2013 eğitim-öğretim yılını 4+4+4 sistemi ile karşıladı. Büyük tartışmalara rağmen kabul edilen sistemin getireceği sorunlarla ilgili neler söyleyeceksiniz?

4+4+4 sistemi büyük tartışmalara ve karşı çıkışlara rağmen kabul edilerek, yeni eğitim-öğretim yılında uygulanmaya başlandı. Bu sistem eğitimin ihtiyaçları düşünülmeden, ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla hareket edilerek, konunun muhataplarının görüşleri alınmadan ihdas edildi. Bu sistem birçok açıdan arazlı. En önemli sorunlardan birisi okula başlama yaşının öne çekilmesi. Farklı yaş gruplarını, farklı fiziki ve zihinsel gelişimdeki çocukları aynı dersliklere yerleştirmek, onların aynı anda öğrenmesini beklemek kadar garabet bir uygulama olamaz. Bu konudaki tüm karşı çıkışlarımız görmezden gelinmiş, inatçı bir tutum sergilenmiştir.  Okula başlama yaşının öne çekilmesi sınıf mevcutlarını artırırken, ilkokul birinci sınıflarda yığılma oluşturdu.  Ülkemizde derslik açığı zaten büyük bir sorun iken, okullarda fiziki imkanlar yetersiz iken, yeni sistemle birlikte bu sorunların daha da artması eğitim-öğretimi baltaladı.

SINIF ÖĞRETMENLERİNE BÜYÜK YIKIM

4+4+4 sistemi sınıf öğretmenleri için tam bir yıkım oldu. On binlerce sınıf öğretmeni norm kadro fazlası oldu. Büyük bir kısmı alan değiştirmek zorunda kaldı. Oysa sendikamız bu yasa ilk gündeme geldiği andan itibaren sınıf öğretmenlerinin yüzde 20’sinin norm kadro fazlası olacağını dile getirmişti. Hatta bu olumsuzluğu öngördüğümüz için sistemin 1+5+3+4 şeklinde olmasını istemiştik. Bakanlık ise ısrarla bir tane bile sınıf öğretmeninin mağdur olmayacağını söyleyerek, 5. sınıflara da sınıf öğretmenlerinin gireceğini iddia etmişti. Hükümete yakın sendika da bu konuda Bakanlığı desteklemişti. Bugün gelinen noktada sendikamızın ne kadar haklı olduğu görülüyor. Keşke biz haklı çıkmasaydık. Diğer yandan sınıf öğretmenleri norm kadro fazlası olurken, branş öğretmeni ihtiyacı da arttı.  Alan değiştirmek zorunda kalan sınıf öğretmenleri ise büyük bir bocalama yaşıyor. Yıllardır sınıf öğretmenliği yapan öğretmenlerin birden bire alan değiştirip, matematik, teknoloji ve tasarım ya da zihinsel engelliler öğretmeni olması ne kadar doğru? Yıllardır sınıf öğretmenliği yaptığı için yan alanlarına tam anlamıyla hakim olamayan öğretmenler şu anda çok mutsuz.  Kısacası bu sistem faydadan çok zarar getirdi, eğitimi bilinmezliğe sürükledi.

Eğitim sistemimizin ve öğretmenlerimizin öncelikli sorunları sizce neler?

Türk mili eğitiminin o kadar çok problemi var ki, bunları sıralamak dahi mümkün değil. Çünkü, muhatap olduğumuz sıkıntıların hemen hepsi de aciliyet arz eden ve ivedilikle çözülmesi gereken hususlar. Eğitim sürecimizi etkileyen unsurlar birbirleriyle ilintili hususlar olduğu için, mekanizmanın bir parçasında yaşanan sorun bütün sisteme olumsuzluk olarak yansıyor. Öğretmen ve derslik açığı, okullarımızdaki teknik ve fiziki alt yapı imkanların yetersizliği, atama bekleyen öğretmenlerin dramı, öğretmenlerin itibarsızlaştırılması, okullarda yaşanan güvenlik sorunu, norm kadro fazlası olan sınıf öğretmenlerinin durumu, özür grubu tayinlerinin yapılamaması, öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının yaşadığı maddi sıkıntılar, eğitim çalışanlarının özlük ve sosyal haklarının gün geçtikçe tırpanlanması gibi daha sayabileceğimiz onlar mesele, eğitim hayatımızın önemli sorunlarından. Dile getirdiğimiz ve daha ifade edemediğimiz düzinelerce problemin her birisi de eğitim sistemimiz için ehemmiyet arz eden meseleler.

Türkiye’de öğretmen başına ne kadar öğrenci düşüyor? Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir oranla karşılaşırız?

 MEB’in verilerine göre İstanbul’un genelinde orta öğretimde öğretmen başına 16 öğrenci düştüğü söylenirken,  örneğin Sayın Başbakanın Kasımpaşa’sında 85 kişilik sınıf mevcudu olan liselerin varlığını biliyoruz. Ya da aynı İstanbul’da binlerce ücretli öğretmenin okullarımızda görevlendirildiğini de çok iyi biliyoruz. Bırakın kırsal bölgeleri, büyük metropollerimizin büyük çoğunluğunda dahi öğretmenlerimiz 30-35 kişilik sınıf mevcutlarını gördüklerinde şükrediyorlar. Ülkemizde halen binlerce okulumuzda birleştirilmiş sınıf uygulaması devam ediyor. Daha da ötesi bu ülkenin Başbakanı bile 120 bin öğretmen ihtiyacından bahsediyor. Hal böyleyken sayılarla oynayarak ülkemizin gerçeklerini olduğundan farklı göstermek doğru değil.

YÖK SİYASİ İRADENİN BİR UZANTISI

Türk Eğitim Sen’in öğretmenler adına devletten beklentileri neler?

Ülkemizde öğretmen maaşları yıllık 11 bin 800 dolar ile 13 bin 800 dolar arasında değişiyor. Bu gerçeklere rağmen ülkeyi yönetenler öğretmenlerin az çalışıp, çok maş aldığını iddia ediyor.  Öğretmenler ile diğer meslek gruplarını karşı karşıya getirme çabası da dikkatimizden kaçmıyor.  Oysa bu ülkenin öğretmenleri ne az çalışıyor, ne de çok para kazanıyor. Öğretmenlerin ek ödemelerine bile artış yapılmadı, öğretmen maaşları en düşük memur maaşı seviyesine geriledi. Hal böyleyken sendikamızın öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının maddi, özlük ve sosyal hakları noktasındaki mücadelesi dün ve bugün olduğu gibi yarın da devam edecek. Bu noktada Türk Eğitim-Sen, olarak her türlü eylemi meşru görüyoruz.

Yeni yükseköğretim yasa tasarısı konusunda sendika olarak önerileriniz neler?

Eğitim-Sen olarak, YÖK’ün şimdiki yapısı ve yetkileriyle özerk ve demokratik üniversite oluşumunun önünde bir engel olduğunu, siyasi iradenin YÖK üzerinden üniversiteleri kontrol ve yönlendirme amacını güttüğünü iddia ediyoruz. Böylesi bir yüksek öğrenim organizasyonu, 21. yüzyıl Türkiye’sine hem hiç yakışmıyor hem de ülkemizin ilerlemesi önünde tıkaç oluyor. 

TERÖRE KARŞI ÖĞRETMENLERİMİZ KORUNMALI

Maalesef son günlerde terör yine öğretmenlerimizi hedef aldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

PKK özellikle son aylarda eğitimi hedef alıyor. Okulları yakıyor,  öğretmenleri kaçırıyor, öğrencilerin eğitim almasına engel olmaya çalışıyor. Terörün eğitim-öğretim hizmetlerini aksatmak, öğretmenleri, eğitim çalışanlarını yıldırarak korkutmak, onları bölgeden uzaklaştırmak, bölgedeki çocukların eğitim-öğretim almasını engellemek için yaptığı bu tür eylemler tedbir alınmadığı takdirde son bulmayacak. PKK her geçen gün eylemlerinin şiddetini ve dozunu artırıyor. Devletimiz ivedilikle öğretmenlerin, eğitim çalışanlarının kaçırılmasına karşı tedbir almalı, onların can güvenliğini sağlamalı, okullara yapılan saldırıları engellemeli.

KARŞIYIZ ÇÜNKÜ….

Türk Eğitim- Sen’in 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili değerlendirme raporundan bölümler:

•             Zorunlu eğitimin 8 yıldan, 12 yıla çıkarılması olumlu bir gelişmedir. Ancak, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması yeterli değildir. Zorunlu eğitim okul öncesi ile birlikte 13 yıl olmalıdır. Yasa teklifinde fiziki alt yapının yetersiz olması gerekçesiyle okul öncesinin kapsam dışı bırakılması büyük bir hatadır.

•             Türk Eğitim-Sen olarak, zorunlu eğitimin kesintili olmasına karşı değiliz. Ancak bu model 4+4+4 şeklinde değil; 1+5+3+4 şeklinde olmalıdır. Çünkü; 4+4+4 şeklindeki model 50 bin sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürecektir. Öğretmen ihtiyacının bulunmadığı illerde bu öğretmenlerin istihdamın edilmesi büyük sorun olacaktır.

•             Kesintili eğitim öğrencilerin mesleki ve teknik eğitime yönlendirilmesi açısından olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü ülkemizde mesleki eğitime gereken önem verilmemekte, mesleki eğitim son sıralarda yer almaktadır. Öğrencilerin mesleki anlamda istediği okula gidebilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak ilköğretim 4’üncü sınıftan sonra öğrencilerin eğitimlerine açık öğretim yoluyla devam edebilmesine yönelik bir düzenleme yapılmasını doğru bulmuyoruz.

•             Bu düzenleme kız öğrencileri okula gitmesi önünde büyük bir engel olacaktır. Bilindiği gibi bazı bölgelerde aileler çocuklarını okula göndermemek için elinden geleni yapmaktadır. Çocuklarını okutmak yerine tarlada çalıştırmak ya da evlendirmek onlar için en büyük seçenektir. Bu durumda kız çocuklarının okula gönderilmesi için bugüne kadar yapılan kampanyaların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Çocuk gelinlerin sayısı hızla artacak, çocuk işçiliği dolaylı olarak meşru zemine kavuşacaktır.

•             Diğer yandan eğitim-öğretim okulda yapılır. Eğitim öğretimi sadece ders kitaplarından ibaret görmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Öğrencilerin okul havasını soluması, arkadaşları ile birlikte olması, eğitimini yüz yüze ve öğretmenlerinin gözetiminde sürdürmesi, sosyalleşebileceği bir ortama sahip olması gibi unsurlarla birlikte eğitim öğretimi değerlendirmek gereklidir.

EĞİTİMTERCİHİ

Son Güncelleme: Cuma, 16 Kasım 2012 09:26

Gösterim: 2850

Öğretmenlik mesleği yara aldı, saygınlığı zedelendi

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor.

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor. Ceylan; terör örgütü PKK’nın öğretmenleri kaçırması ve eğitimi kesintiye uğratma çabalarının ise toplumda öğretmenlere karşı yeniden bir duyarlılık oluşturduğu ancak mesleğin hak ettiği noktaya gelemediği görüşünde.

Müfettişler, Türk eğitim camiasında oldukça önemli bir yere sahipler. Eğitim çalışmalarının niteliğinin arttırılması ve eğitimcilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine katkı sağlamak amacıyla kurulan Müfettişler Derneği ise hem öğretmenlerin gözündeki müfettiş algısını olumluya dönüştürmeyi hem de meslektaşlarının daha iyi şartlarda görevlerini yapabilmesi için kamuoyu oluşturmayı görev ediniyor. Halen Ankara’da aktif eğitim müfettişliği yapan dernek başkanı Doğan Ceylan ile toplumun öğretmenlik mesleğine bakışından, eş durumundan yer değişikliği alamayan öğretmenlerin mağduriyetine; ataması yapılmayan öğretmenlerden, eğitimcilere uygulanan disiplin cezalarına kadar birçok başlıkta, öğretmenlerin mevcut durumunu konuştuk.

Öğretmenlerin 2012 yılındaki genel durumlarını kısaca özetleyebilir misiniz? Ekonomik, sosyal…

Öğretmenlerin hak ettiği düzeyde maaş almadığı ortada. Yıllardan beri bu hep böyle. Öncelikle öğretmenlere ek ödeme verilmeli, doğru bir kariyer sistemi getirilmeli ve kariyer basamaklarında cazip maaş artışları olmalı. Yıllardır sadece bir kez uzman öğretmenlik sınavı açıldı ve öğretmenlere her yıl uygulanması gereken bu sınav, bir daha yapılmadı. Polis, imam, vaiz vb. birçok meslekte kariyer basamakları oluşturulurken, öğretmenlerin kariyer sistemi işletilmedi ve öğretmenlerimiz mağdur edildiler. Son yıllarda öğretmenliğin saygınlığı zedelendi. Öğretmenler, maaşı karşılığında yeterince çalışmayan, bol tatil yapan, kendi çıkarını düşünen kişiler olarak nitelendirildi ve bunun sonucunda da meslek yara aldı. Öğretmenlere yönelik şiddet olaylarında da artışlar yaşandı.

Son dönemlerde toplumun öğretmenlik mesleğine olan bakış açısında bir değişiklik oldu mu? Toplumun algısı ne yönde?

Terör örgütü PKK’nın okullara saldırması ve öğretmenleri kaçırması, öğretmenlik mesleğine karşı toplumda yeniden bir duyarlılık oluşturdu. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer başta olmak üzere hükümet yetkililerinin, öğretmenlere yönelik söylemlerinde olumlu bir değişim yaşandığı gözleniyor. Tüm bu gelişmeler, öğretmenliğin toplum nazarında almış olduğu yaranın kapanmasına katkı sağlayacak. Ancak öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygın noktaya gelmesi için daha ciddi çalışmalara ihtiyaç var.

ANAYASANIN KORUDUĞU AİLE BİRLİĞİNİ, BAKANLIK KORUYAMIYOR

Eşleri sınıf öğretmeni olan öğretmenlerin mağduriyetleri hakkında neler söylemek istersiniz? Öğretmenler günü arifesinde böyle bir mağduriyetin giderilmesi için neler yapılması gerekir?

Eğitim bir gönül işi. Ailesi ve çocuklarından ayrı kalmış, yüreği iki parça olmuş öğretmenlerin verimli şekilde çalışması mümkün değil. Anayasa ile güvence altına alınmış aile bütünlüğünün, Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından sağlanamıyor olması da ayrıca çok üzücü. Geçmiş yıllarda da mağduriyetler yaşanıyordu ancak bu yıl, özellikle sınıf öğretmeni olan binlerce öğretmen, norm açığı olmadığı için ailesinden ayrı kalmak zorunda bırakıldı. Eşleri zorunlu hizmete tabi olan personelin devlet tarafından zorunlu olarak başka illere atanmasının ardından, sınıf öğretmeni olan eşlerinin atanamaması akıl almaz bir durum. Bakanlık, başlangıçta atama yapmaya yanaşmamasına rağmen geç de olsa çözüm arayışına girdi ve yan alana geçiş ve becayiş uygulamasıyla sorunu çözmeye çalıştı, ancak 4+4+4 kademeli eğitim sistemine geçişte öğretmenlerin yaşayabileceği mağduriyeti zamanında, doğru bir şekilde planlayarak gidermesi gerekirdi. Yönetmelikte yer almasa da Bakanlık, Şubat ayında öğretmenlere eş durumu ataması hakkı tanımalı ve öğretmenlerimizin mağduriyetini gidermeli.

Yeni eğitim yılı başlamasına rağmen, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları her geçen gün büyüyor. Sizce bu durumun telafi edilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Bu sorun, Bakanlığın bir öğretmen alım politikası oluşturamaması ve YÖK ile koordinasyon sağlayamamasından kaynaklanıyor. MEB, mevcut öğretmen ihtiyacını hesaplamada bile sorun yaşıyor. Daha önce MEB tarafından 70 bin öğretmen ihtiyacının belirttiği dönemde, Bakanlık İç Denetim Birimi 130 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladı. 4+4+4 kademeli eğitim sitemine geçişle bazı ders saatlerinde artışlar olduğunda, biz de ülkemizde 160 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladık. Sayın Bakanımız aylar sonra aynı rakamı ifade edebildi. Bu yıl 40 bin öğretmen alındığını, şu anda 120 bin öğretmen açığı olduğunu düşünüyorlar, ancak bu hesapları da yanlış. Çünkü sadece seçmeli dersler nedeniyle önümüzdeki üç yıl içinde 90 bin öğretmen açığı olacak. Bizce, atanamayan öğretmenlere ilişkin öncelikle en az 5 yıllık bir öğretmen alım politikası oluşturulmalı ve bu konuda atanamayan öğretmenler bilgilendirilmeli. Bütün mezunlara devlette çalışma imkânı verilemeyeceği gerçeği de dikkate alınarak, özel okulların yaygınlaştırılması için teşvik verilmeli ve atanamayan öğretmenlere özel okullarda çalışma imkânı doğrulmalı.

ÖĞRENCİYE ŞİDDET, SORUŞTURMA KONULARININ BAŞINDA

Milli eğitim sistemi içindeki öğretmenler ve idarecilere uygulanan disiplin cezaları, en çok hangi konularda oluyor?

Öğretmenlerin en sık soruşturma geçirdiği konu, öğrenciye şiddet uygulamaları. Yine soruşturma konusunun fazla olduğu davranışlar arasında “hakaret veya kaba lisan kullanma”, “görevini yürütürken uyum içinde çalışmama” gibi fiiller yer alıyor. İdarecilerin ceza aldığı konular da genellikle Bakanlıkça belirlenen mevzuat hükümlerine uymamaktan kaynaklanan hususlar. En sık görülen fiiller, “kurumlarca belirlenen usule uymama” ve “görevi ihmal.” Geçen yıl, öğrenci kayıtlarında bağış talep edilmesinden dolayı da birçok okul yöneticisi ceza aldı.

Öğretmenlere en çok hangi tür cezalar uygulanıyor? Uzaklaştırma, tayin, vs.

Öğretmenlik mesleğinin niteliği itibariyle çok ağır cezalar gerektirecek durumlar olmuyor. Fiilin niteliğine göre, değişik kanunlardan cezalar uygulandığını söyleyebilirim. Cezaların çoğu uyarma, kusurlu sayılma veya ihtar gibi hafif cezalar. Talebe dövmek gibi ağır fillerde maaş kesilmesi ve aylıktan kesme cezası uygulanıyor. Görev yeri değişikliği ise ancak bir öğretmenin kendi kurumunda verimli çalışma ortamını kaybetmesi gibi özel durumlarda uygulanır, ki bu durum da çok nadirdir.

Söz konusu bu cezaları, son 5 yılla kıyasladığınızda nasıl bir sonuç elde ediyorsunuz? Önceki yıllara oranla nasıl bir gidişat söz konusu?

Cezaların nitelik ve sayı açısından değiştiğini düşünmüyorum. Soruşturma sayısının arttığı yıllar, iktidar değişikliklerinin yaşandığı yıllar. Her iktidar değişiminde biz bunu yaşadık. Uzun süredir iktidar değişimi olmadığı için de soruşturma sayılarında önemli bir değişim yok.

DEVLETTE İŞ İMKANI VAR DİYE ÖĞRETMEN OLUNMAZ

Öğretmen yetiştirme konusunda neler düşünüyorsunuz? Sistemin eksiklikleri var mı?

Öğretmen seçimi doğru değil! Öğretmenlik, insan sevgisi ve insan yetiştirme idealiyle yüreği dolu gençlerin seçeceği bir meslek olmalı. Günümüzde, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun olmadığı halde sadece devlette iş imkanı fazla olduğunu düşündüğü için birçok genç, öğretmenlik bölümlerini tercih ediyor. Bu öğrenciler, eğitim fakültelerinden yeterince bilinç kazanmadan mezun oluyor ve KPSS gibi alan yeterliğini ölçmeyen bir sınav sonrasında öğretmenliğe atanıyorlar. Bu nedenle ülkemizde idealist öğretmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Öğretmen alım sistemi bana göre yeniden oluşturulmalı, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun öğrenciler eğitim fakültelerine alınmalı ve öğretmen olarak yetiştirilmeli.

Eğitimtercihi

> Devlette iş imkanı var diye öğretmen olunmaz

Öğretmenlik mesleği yara aldı, saygınlığı zedelendi

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor.

Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan, son yıllarda öğretmenlik mesleğinin saygınlığının zedelendiğini, bunun sonucunda da öğretmenlere yönelik şiddet olaylarının arttığını söylüyor. Ceylan; terör örgütü PKK’nın öğretmenleri kaçırması ve eğitimi kesintiye uğratma çabalarının ise toplumda öğretmenlere karşı yeniden bir duyarlılık oluşturduğu ancak mesleğin hak ettiği noktaya gelemediği görüşünde.

Müfettişler, Türk eğitim camiasında oldukça önemli bir yere sahipler. Eğitim çalışmalarının niteliğinin arttırılması ve eğitimcilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine katkı sağlamak amacıyla kurulan Müfettişler Derneği ise hem öğretmenlerin gözündeki müfettiş algısını olumluya dönüştürmeyi hem de meslektaşlarının daha iyi şartlarda görevlerini yapabilmesi için kamuoyu oluşturmayı görev ediniyor. Halen Ankara’da aktif eğitim müfettişliği yapan dernek başkanı Doğan Ceylan ile toplumun öğretmenlik mesleğine bakışından, eş durumundan yer değişikliği alamayan öğretmenlerin mağduriyetine; ataması yapılmayan öğretmenlerden, eğitimcilere uygulanan disiplin cezalarına kadar birçok başlıkta, öğretmenlerin mevcut durumunu konuştuk.

Öğretmenlerin 2012 yılındaki genel durumlarını kısaca özetleyebilir misiniz? Ekonomik, sosyal…

Öğretmenlerin hak ettiği düzeyde maaş almadığı ortada. Yıllardan beri bu hep böyle. Öncelikle öğretmenlere ek ödeme verilmeli, doğru bir kariyer sistemi getirilmeli ve kariyer basamaklarında cazip maaş artışları olmalı. Yıllardır sadece bir kez uzman öğretmenlik sınavı açıldı ve öğretmenlere her yıl uygulanması gereken bu sınav, bir daha yapılmadı. Polis, imam, vaiz vb. birçok meslekte kariyer basamakları oluşturulurken, öğretmenlerin kariyer sistemi işletilmedi ve öğretmenlerimiz mağdur edildiler. Son yıllarda öğretmenliğin saygınlığı zedelendi. Öğretmenler, maaşı karşılığında yeterince çalışmayan, bol tatil yapan, kendi çıkarını düşünen kişiler olarak nitelendirildi ve bunun sonucunda da meslek yara aldı. Öğretmenlere yönelik şiddet olaylarında da artışlar yaşandı.

Son dönemlerde toplumun öğretmenlik mesleğine olan bakış açısında bir değişiklik oldu mu? Toplumun algısı ne yönde?

Terör örgütü PKK’nın okullara saldırması ve öğretmenleri kaçırması, öğretmenlik mesleğine karşı toplumda yeniden bir duyarlılık oluşturdu. Ayrıca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer başta olmak üzere hükümet yetkililerinin, öğretmenlere yönelik söylemlerinde olumlu bir değişim yaşandığı gözleniyor. Tüm bu gelişmeler, öğretmenliğin toplum nazarında almış olduğu yaranın kapanmasına katkı sağlayacak. Ancak öğretmenlik mesleğinin hak ettiği saygın noktaya gelmesi için daha ciddi çalışmalara ihtiyaç var.

ANAYASANIN KORUDUĞU AİLE BİRLİĞİNİ, BAKANLIK KORUYAMIYOR

Eşleri sınıf öğretmeni olan öğretmenlerin mağduriyetleri hakkında neler söylemek istersiniz? Öğretmenler günü arifesinde böyle bir mağduriyetin giderilmesi için neler yapılması gerekir?

Eğitim bir gönül işi. Ailesi ve çocuklarından ayrı kalmış, yüreği iki parça olmuş öğretmenlerin verimli şekilde çalışması mümkün değil. Anayasa ile güvence altına alınmış aile bütünlüğünün, Milli Eğitim Bakanlığımız tarafından sağlanamıyor olması da ayrıca çok üzücü. Geçmiş yıllarda da mağduriyetler yaşanıyordu ancak bu yıl, özellikle sınıf öğretmeni olan binlerce öğretmen, norm açığı olmadığı için ailesinden ayrı kalmak zorunda bırakıldı. Eşleri zorunlu hizmete tabi olan personelin devlet tarafından zorunlu olarak başka illere atanmasının ardından, sınıf öğretmeni olan eşlerinin atanamaması akıl almaz bir durum. Bakanlık, başlangıçta atama yapmaya yanaşmamasına rağmen geç de olsa çözüm arayışına girdi ve yan alana geçiş ve becayiş uygulamasıyla sorunu çözmeye çalıştı, ancak 4+4+4 kademeli eğitim sistemine geçişte öğretmenlerin yaşayabileceği mağduriyeti zamanında, doğru bir şekilde planlayarak gidermesi gerekirdi. Yönetmelikte yer almasa da Bakanlık, Şubat ayında öğretmenlere eş durumu ataması hakkı tanımalı ve öğretmenlerimizin mağduriyetini gidermeli.

Yeni eğitim yılı başlamasına rağmen, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunları her geçen gün büyüyor. Sizce bu durumun telafi edilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı?

Bu sorun, Bakanlığın bir öğretmen alım politikası oluşturamaması ve YÖK ile koordinasyon sağlayamamasından kaynaklanıyor. MEB, mevcut öğretmen ihtiyacını hesaplamada bile sorun yaşıyor. Daha önce MEB tarafından 70 bin öğretmen ihtiyacının belirttiği dönemde, Bakanlık İç Denetim Birimi 130 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladı. 4+4+4 kademeli eğitim sitemine geçişle bazı ders saatlerinde artışlar olduğunda, biz de ülkemizde 160 bin öğretmen açığı olduğunu açıkladık. Sayın Bakanımız aylar sonra aynı rakamı ifade edebildi. Bu yıl 40 bin öğretmen alındığını, şu anda 120 bin öğretmen açığı olduğunu düşünüyorlar, ancak bu hesapları da yanlış. Çünkü sadece seçmeli dersler nedeniyle önümüzdeki üç yıl içinde 90 bin öğretmen açığı olacak. Bizce, atanamayan öğretmenlere ilişkin öncelikle en az 5 yıllık bir öğretmen alım politikası oluşturulmalı ve bu konuda atanamayan öğretmenler bilgilendirilmeli. Bütün mezunlara devlette çalışma imkânı verilemeyeceği gerçeği de dikkate alınarak, özel okulların yaygınlaştırılması için teşvik verilmeli ve atanamayan öğretmenlere özel okullarda çalışma imkânı doğrulmalı.

ÖĞRENCİYE ŞİDDET, SORUŞTURMA KONULARININ BAŞINDA

Milli eğitim sistemi içindeki öğretmenler ve idarecilere uygulanan disiplin cezaları, en çok hangi konularda oluyor?

Öğretmenlerin en sık soruşturma geçirdiği konu, öğrenciye şiddet uygulamaları. Yine soruşturma konusunun fazla olduğu davranışlar arasında “hakaret veya kaba lisan kullanma”, “görevini yürütürken uyum içinde çalışmama” gibi fiiller yer alıyor. İdarecilerin ceza aldığı konular da genellikle Bakanlıkça belirlenen mevzuat hükümlerine uymamaktan kaynaklanan hususlar. En sık görülen fiiller, “kurumlarca belirlenen usule uymama” ve “görevi ihmal.” Geçen yıl, öğrenci kayıtlarında bağış talep edilmesinden dolayı da birçok okul yöneticisi ceza aldı.

Öğretmenlere en çok hangi tür cezalar uygulanıyor? Uzaklaştırma, tayin, vs.

Öğretmenlik mesleğinin niteliği itibariyle çok ağır cezalar gerektirecek durumlar olmuyor. Fiilin niteliğine göre, değişik kanunlardan cezalar uygulandığını söyleyebilirim. Cezaların çoğu uyarma, kusurlu sayılma veya ihtar gibi hafif cezalar. Talebe dövmek gibi ağır fillerde maaş kesilmesi ve aylıktan kesme cezası uygulanıyor. Görev yeri değişikliği ise ancak bir öğretmenin kendi kurumunda verimli çalışma ortamını kaybetmesi gibi özel durumlarda uygulanır, ki bu durum da çok nadirdir.

Söz konusu bu cezaları, son 5 yılla kıyasladığınızda nasıl bir sonuç elde ediyorsunuz? Önceki yıllara oranla nasıl bir gidişat söz konusu?

Cezaların nitelik ve sayı açısından değiştiğini düşünmüyorum. Soruşturma sayısının arttığı yıllar, iktidar değişikliklerinin yaşandığı yıllar. Her iktidar değişiminde biz bunu yaşadık. Uzun süredir iktidar değişimi olmadığı için de soruşturma sayılarında önemli bir değişim yok.

DEVLETTE İŞ İMKANI VAR DİYE ÖĞRETMEN OLUNMAZ

Öğretmen yetiştirme konusunda neler düşünüyorsunuz? Sistemin eksiklikleri var mı?

Öğretmen seçimi doğru değil! Öğretmenlik, insan sevgisi ve insan yetiştirme idealiyle yüreği dolu gençlerin seçeceği bir meslek olmalı. Günümüzde, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun olmadığı halde sadece devlette iş imkanı fazla olduğunu düşündüğü için birçok genç, öğretmenlik bölümlerini tercih ediyor. Bu öğrenciler, eğitim fakültelerinden yeterince bilinç kazanmadan mezun oluyor ve KPSS gibi alan yeterliğini ölçmeyen bir sınav sonrasında öğretmenliğe atanıyorlar. Bu nedenle ülkemizde idealist öğretmenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Öğretmen alım sistemi bana göre yeniden oluşturulmalı, nitelik itibariyle öğretmenliğe uygun öğrenciler eğitim fakültelerine alınmalı ve öğretmen olarak yetiştirilmeli.

Eğitimtercihi

Son Güncelleme: Perşembe, 15 Kasım 2012 12:38

Gösterim: 3745


Egitimtercihi.com
5846 Sayılı Telif Hakları Kanunu gereğince, bu sitede yer alan yazı, fotoğraf ve benzeri dokümanlar, izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden kesinlikle kullanılamaz. Bilgilerin doğru yansıtılması için her türlü özen gösterilmiş olmakla birlikte olası yayın hatalarından site yönetimi ve editörleri sorumlu tutulamaz.